ANKARA MİLLETVEKİLİ
MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN ATEŞKESTEN MECLİSİN AÇILMASINA KADAR GEÇEN SÜRE İÇİNDEKİ
SİYASİ DURUM HAKKINDAKİ MECLİS KONUŞMALARI
24 Nisan 1920
MUSTAFA KEMAL
PAŞA (Ankara)
Sayın milletvekilleri!
Bu gün içinde
bulunduğumuz durumu büyük Meclisinizin huzurunda tam olarak ortaya koyabilmek
için bazı açıklamalarda bulunmak istiyorum. Arzedeceğim konular birkaç bölüme
ayrılabilir:
Birinci bölüm,
Ateşkesten Erzurum Kongresine kadar geçen süre içindeki durumla ilgilidir.
İkinci
bölüm, Erzurum Kongresinden 16 Mart tarihinde
İstanbul'un düşmanlar tarafından işgal edildiği güne kadar olan süreyi içine
almaktadır.
Üçüncü bölüm, ise 16 Mart’tan şu dakikaya kadar olan durumla ilgili olacaktır.
Açıklamalarım
birtakım belgelere dayanacaktır. İzninizle o belgeleri gerektikçe burada okuyacağım.
Yalnız birinci dönem ile ilgili açıklamalarım belki biraz şahsi olacaktır. İçinde
bulunduğumuz durumu bütünüyle aydınlatabilmek için o dönemden söz etmeyi gerekli
buluyorum.
Yüce makamlarınızca
da bilindiği gibi, Ahmet İzzet Paşa Hükümeti,
milli temele dayanan âdil bir barışı sağlayabilmek umudu ile ateşkes istedi.
Bağımsızlığı uğrunda dürüst ve cesur bir biçimde savaşan ulusumuz, 30 Ekim 1918
tarihinde imza edilen ateşkes antlaşması ile silahını elinden bıraktı.
İtilâf donanmaları
İstanbul'a girdikten sonra ateşkes antlaşmasının hükümleri bir tarafa bırakıldı;
gün geçtikçe artan bir şiddetle, saltanat hakları, hükümetin
gururu, milli onurumuz hiçe sayıldı. İttilâf heyetinden gördükleri özendirme
ve koruma sayesinde Osmanlı uyruğundaki müslüman olmayan unsurlar her yerde
küstahça saldırılara başladılar.
Meclis-i Mebusan'ın
feshi, kuvvetini milletten almayan hükümetlerin
sık sık değişmesi ve halkın vicdanından doğan milli birlik uğrundaki çalışmaların
üzücü bir şekilde siyasi ihtiraslara kurban edilmesi yüzünden dünyaya karşı
milli varlığımız duyurulamadı.
Yabancı kuvvetlerin
işgali altında inleyen başkentimizde kan ağlayan bütün onurlu kişiler, millet
aydınları, din ve devlet hizmetlerinin önde gelen kişileri, büyük hilâfet ve
saltanat makamı milli bağımsızlığımızın bu tehlikeli durumdan kurtarılmasının
ancak milli vicdandan doğan birliğin azim ve iradesine bağlı bulunduğuna iman
getirdiler. Fakat İstanbul'un baskı ve işgal altında bulunması sebebiyle milli
onuru korumaya maddeten olanak kalmamıştır.
İşte bu sırada,
Anadolu'ya mülki ve askeri işlerle görevli olarak ordu müfettişliğine atandım.
16 Mayıs 1919 günü İstanbul'u terk ettim, Samsun'da bu iş için görevlendirilmemi,
din ve millete hizmet etmek için en büyük ve kutsal bir şeref olarak kabul ettim.
Milli vicdanın
büyük iradesine bağlı olarak, milleti bağımsız ve vatanımızı düşmanlardan arınmış
görünceye kadar çalışmak andıyla 16 Mayıs 1919 günü İstanbul'dan ayrıldım. Samsun'da
işe başladım. İlk düşüncem, ülkemizde güvenliği kendi olanaklarımızla gerçekleştirebileceğimiz
inancı oldu. Aslında Canik Livası'nın (Merkezi Samsun'da olan o zamanki sancağın
adı) özel durumu da bu konuda en hızlı biçimde davranılmasını gerekli kılmakta
idi. Gerçekten Rumların egemenliğini ve islâm halkının tutsaklığını amaçlayan,
Atina ve İstanbul komitaları tarafından yönetilen Pontus Hükümeti,
Karadeniz sahili ile kısmen Amasya ve Tokat'ın kuzey ilçelerinde oturan Osmanlı
Rumlarının hayallerini körüklüyordu. Alınan önlemler sayesinde başarılı sonuç
elde edildi. Fakat bu önlemler ve başarı yalnız Pontus dolayları ile sınırlı
idi. Halbuki her gün haksızlıklarını artıran İtilâf Devletlerine milli varlığımızı
siyasi olarak kanıtlamak ve fiili saldırılar karşısında ulusun namus ve bağımsızlığını
bilfiil korumak çok önemli idi. Aslında doğuda ve batıda, hemen ülkemizin her
yanında millet ve vatan haklarını korumak ve kollamak için dernekler kurulmuştu.
Bu dernekler, düşmanlarının esaret boyunduruğuna girmemek amacı ile milli vicdanın
azim ve iradesinden doğmuş kuruluşlardı.
Bu sıralarda,
bütün belediye başkanlarımıza İstanbul'da İngiliz Muhipleri Cemiyeti (İngiliz
Dostları Derneği.)
kurulduğu ve her yerde derneğe katılarak İngilizlere yardım edilmesinin gereği
konusunda Said Molla imzası ile bir telgraf geldi. Bu olayda Hükümetin
ilgi derecesini ölçmek için Sadrazam (Başbakan) olan Ferit Paşa’dan bilgi istedim.
Hiçbir cevap alamadım.
Bilinmeyen kişiler
tarafından başlatılan böyle düzensiz ve çeşitli siyasi maceralara yönelik girişimlerin,
büyük felâketlere sebep olacağını anlayan ulus, Said Molla’nın çağrısını önemsemedi.
Binlerce saldırı
ve haksızlıklar altında inleyen ve İzmir faciası olayı karşısında kan ağlayan
millet, hükümetten ve itilâf devletleri temsilcilerinden
ağlayarak yardım ve hak isterken, pek çok belediye
başkanı ve birçok milli hakları koruma dernekleri gönderdikleri telgraflarda
hakkımda güvenlerini bildirerek benden bu konuda çalışma ve özveri istiyorlardı.
Yaşamımı ve kişiliğimi
adadığım soylu ve ezilmiş ulusumun bu haklı isteği üzerine artık benim için
kutsal görev, milli iradeye uymayı her şeyin üzerinde görmekti. (Sürekli alkışlar)
Bunun üzerine
yayınladığım bir genelge ile millete kesin sözümü verdim. işbu genelgenin son
cümlesi şöyle idi:«Geçirdiğimiz şu ölüm ve kalım günlerinde, bütün milletçe
her tarafta arzu ve coşku ile elde edilmeye azmedilen milli bağımsızlığımız
uğrunda tüm varlığımla çalışacağıma güvenmenizi isterim. Bu kutsal amaç uğrunda
ulusumla birlikte sonuna kadar çalışacağıma da mukaddesatım adına söz veririm»
27 Mayıs 1919
günü «Türkiye - Havas Reuter» adında itilâf devletlerinin kurduğu ajans, bildiğiniz
gibi toplanan Saltanat Şürası
(Padişahlık Danışma Kurulu) hakkındaki açıklamalarında «Genel kurulun
düşüncesinin, Türkiye için büyük devletlerden birinin koruyuculuğunu sağlamak
olduğu» kaydı ile yayın ve bildiride bulundu. Bu yayının doğruluk derecesi hakkında
bütün ulusta büyük bir şüphe ve tereddüt uyandı. Ajans haberinin tamamen bir
uydurmaya dayandığı ve Saltanat Şürasının
hiçbir şeye karar veremediği, çoğunluğun hükümete
güven duymadıkları ve geleceğimizle ilgili olayın bir milli şüraya
sunulmasının gerektiği konusunda konuşmalar yapıldığı, bundan dolayı herkesin
milli bağımsızlık taraftarı olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine Sadaret Makamı’na
aşağıda açıklayacağım bilgileri sundum ve durumdan halkı haberdar ettim.
Yüce
Sadrazamlık Makamına
27
Mayıs 1919 tarihli Türkiye - Havas Reuter ajansı, Saltanat Şürasında
çoğunluğun düşüncesinin, Türkiye'nin bütünlüğünü koruma şartıyla büyük devletlerden
birinin koruyuculuğunun sağlanması olduğunu yazıyor ve açıklıyordu. Saltanat
Şürası konuşmalarını aynen yayımlayan 27 Mayıs 1919 tarihli İstanbul gazetelerinin
yazdıklarına göre yalnız Sadık Beyin yazılı önergesinde İngiltere korumasının
önerildiği ve bunun da genel kurulun fikri olmadığı anlaşılıyor. Ajans ile gazetelerin
yayını arasındaki çelişki, bazı taraflarca üzerinde durulmaya ve ajansın gerçeği
saptırmak konusunda kendini yetkili görme cüreti ise soruşturulmaya değer görülmüştür.
içinde bulunduğumuz bu hassas devrede artık her gerçeği tam anlamı ile kavrayan
ve bütün kötü sonuçlara karşı en son özveriyi göze alarak milli bağımsızlığımızın
korunması konusunda kesin kararlı olan milletin, huzura kavuşması ve avunmasının
Hilâfet ve Saltanat makamından gelecek doğru
ve samimi bir işarete bağlı olduğu kanısındayım. Milli vicdanı temsil etmeyen
haberler, endişelendirici tepkiler yapabileceğinden bu konuda açıklayıcı ve
uyarıcı olmanızı özellikle rica ederim.
Üçüncü Ordu Müfettişi
ve Padişahın Fahri Yaveri
MUSTAFA KEMAL
Bu sıralarda,
İzmir ve Aydın'daki iz bırakan faciaların etkisi ile de millet uyanmış ve heyecanı
dikkati çekecek bir düzeye varmıştı. Ulusun düşüncelerini geçici olarak yatıştırmak
arzusu ile olacak, Sadrazam Paşa Paris'e davet olundu. Ferit Paşanın başkanlığı
altında giden heyete milletin güveni olmadı, ben de şahsen milletin bu haklı
şüphesine katıldım. Millet, giden heyetin programının açıklanmasını istedi.
Bu pek karışık zamanda Harbiye Nazırından (Milli Savunma Bakanı) aşağıdaki telgrafı
aldım:
«Yüksek
emirleriniz altındaki gemilerden biri ile hemen buraya gelmeniz rica olunur.»
8
Haziran 1919 Harbiye Nazırı Şevket Turgut
Bu
davetin amacını ve içyüzünü anlayamadım, açıklayıcı bilgi istedim. Ayrıca, konuyu
Genelkurmay Başkanı olan Cevat Paşa’dan da sordum. Adı geçen kişiden 11 Haziran
1919'da aldığım cevapta «Kıymetli bir generalin Anadolu'daki gezisinin kamuoyunda
iyi. bir etki yapmayacağı düşünülerek İngilizlerin beni istediği bildiriliyordu.
Bu gerçeği öğrenince doğrudan doğruya saygıdeğer Padişah hazretlerine şu fikirlerimi
arz ettim.
Padişah Hazretlerinin
devletli mabeyni (Sarayda ,Padişahın yazı ve görüşme işlerine bakan daire,
özel kalem kalem.) yüce başkâtibi vasıtasıyla Padişah Hazretlerinin devletli
katına:
Büyük ulusun
ve kutsal hilâfetin biricik ve gerçek dayanağı bulunan yüce saltanatınızı Tanrı
kötülüklerden korusun? Yüce Padişahım, ülkemizin bu gün uğradığı büyük baskı
ve bölünme tahlikesi karşısında ancak yüce varlığınız başta olmak üzere, milli
ve kutsal bir kudretin çabası; vatanı, devlet ve milletin bağımsızlığrını şan
ve şerefi büyük hanedanının altı buçuk asırlık yüce tarihini kurtarabilir. Çevremizdeki
kişiler bu genel kanıda birleşmiştir. Son olarak huzurlarınıza kabul edilmek
onurunu kazandığımda, üzücü izmir olayı
dolayısıyla hüzün dolu olan kutsal kalbinizden doğan kurtuluşla ilgili görüşleriniz
bu gün bile belleğimdeki yerini korumaktadır.
Bu duygumu açıklamak
isterim. İstanbul'dan son olarak ayrılacağım gün bu şerefe kavuşmuştum. Bu sırada
Yüce Şahsınız Boğaziçinde bulunan İngiliz donanmasının saraya yönelik toplarını
göstererek, «görüyorsun» dediniz. «Ben artık memleket ve milletin , nasıl kurtarılması
gerekeceği hususunda kararsızlığa düşüyorum» ve ellerinizi kaldırarak, «inşallah
millet akıllanır ve uyanır, bu üzücü durumdan gerek beni ve gerekse kendisini
kurtarır» buyurdunuz. Yazımda arz etmek istediğim bu kutsal sözlerdir.
Hükümdarımızın
bu gönül dileğinden esinlenerek kesin kararlı ve inançlı olarak görevime devam
ediyorum. Hükümdarımızın emirleri gereği Sadrazam Paşa kulunuzu daima önemli
konularda aydınlatmakta ve gereğini arz etmekte ve uygulamaktayım. Şu bir ay
içinde Zat-ı Şahanelerinin Anadolu’sundaki hemen bütün il, liva, ilçe ve hudut
boylarına kadar olan yerlerdeki milletin durumunu ve tüm kumandan ve memurların
düşünce ve çalışmalarını öğrendim ve bilgi edindim. Sonuç olarak açık bir şekilde
görülüyor ki, millet baştan aşağı uyanık olup devlet ve milletin bağımsızlığı
ve yüce saltanat ve hilâfet hakkının korunması için kesin kararlı ve inançla
dolu bulunuyor. İstanbul'da iken milletin bu kadar kuvvetle ve az sürede felâketlerden
bu derece etkilenebileceğini düşünemedim.
Yüce Padişahım!
Bu nitelik ve durumda bulunan ve kutsal şahsınıza bağlılık içinde olan temiz
milletinize tam anlamı ile güvenilmesi ve bunun karşılığı olarak da gerçekten
bu milli ve vicdani kuvvete yardımcı olunması gerekir. Son kutsal buyruklarınız
bütün milletin azim ve yiğitliğini artırmıştır.
Yalnız, üzülerek
bildirmek isterim ki, temiz Anadolu halkı, bugünkü zor dönemde bile İstanbul'daki
uygunsuz ve nefret uyandıran konulardan ve kışkırtıcı söylentilerden rahatsız
durumdadır. Gerçekten İstanbul yöresinin bozulmaya yatkın ahlâkı ve bundan yararlanmayı
bilen yabancılar, devlet ve milletin yok olması ve devlet, millet ve padişahına
bağlı, özverili hizmet yeteneği bulunan kişilerin ortadan kaldırılması konusunda
aşırı bir cesaret gösteriyorlar.
Yüce Padişahım!
Hükümdarları hatırlayacaklardır ki, verilen görevin yerine getirilmesi sırasında,
yabancıların ve bazı bozguncuların mutlaka yalanlama ve önleme ihtimallerini
daha İstanbul'da sunduğum açıklamalar içinde üstü kapalı şekilde anlatabilmeye
çalışmış ve özellikle Sadrazam Paşa ile Devletin bazı önemli kişilerine pek
açık olarak anlatmış ve böyle durumlar karşısında Ali İhsan ve Yakup Şevki paşaların
düştüğü kötü duruma düşmeyeceğimi eklemiştim.
İşte milli vicdanın
ciddi izlenimlerini ve meydana. gelen yeni durumları, istilâcı çıkarlarına,
zıt gören İngilizler ve vatanın zararına da olsa, İngiliz taraftarlığını meslek
edinen zayıf karakterliler, bu kere güçsüzlüklerini ortaya koyarak beni İstanbul'a
çağırmak girişiminde bulunuyorlar. Pek şerefli hakanımızdan, milletine, vatanına
bağlı ve bu uğurda ölümü hoşgörü ile karşılayan benim gibi bir kumandanın, yüce
saltanat haklarına ve milletin ölmezliği ve var oluşuna düşman olanlarla işbirliği
yapacağını ummaları kesinlikle beklenemezdi. Bundan dolayı bendeniz Malta'ya
gitmek veya en azından iş görmez duruma getirilmek gibi ihtimaller karşısında
bırakıldım ve doğal olarak da bunu kabul etmeyeceğim, eğer zorunlu kılınırsam
gönül rahatlığı ile memuriyetimden istifa ederek eskiden olduğu gibi Anadolu'da
ve millet sinesinde kalacağım; vatan görevimi bu kez daha açık adımlarla sürdüreceğim.
Millet bağımsızlığına
kavuşsun, saltanat makamı ile yüce ve büyük hilâfet yok olmaktan kurtulsun.
Sonsuz bağlılığımın daima artmakta olduğunu bildirerek buna inanmanzı rica ederim.
Üçüncü Ordu
Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri
M. KEMAL
Bütün milletin,
durumunu anlayarak geleceğine kendi başına hükmetmeye kararlı olduğunu anlamıştım.
Milletin ve ülkenin şimdiki durumu göz önünde tutularak, haklarını korumak ve
kollamak üzere her türlü etki ve denetimden arındırılmış milli bir kurulun oluşturulmasını
gerekli gördüm. Bunun için ilgili kişilerle görüşerek ve konuşarak Sivas'ta
genel bir milli kongrenin toplanmasını kararlaştırdık. Büyük ve kanlı tehlikeli
olaylarla daha çok karşı karşıya bulunan doğu illerimiz, Erzurum'da adı geçen
il adına aynı amaçla bir kongre toplanması girişiminde bulunmuştu. Sivas Kongresi
için gizli bir bildiri ve mektup yayımladım.
Bu mektup ve bildiri yüce malümlarınızdır.
Bu sırada Müdafaa-i Hukuku Milliye (Milli hakları koruma) derneklerine
ait telgrafların çekilmemesi konusunda Posta ve Telgraf Genel Müdürlüğü tarafından
posta ve telgraf müdürlerine bir emir verildiği haber alındı. Vatanın tutsak
bulunduğu bu tarihi dönemde, milli sesimizi duyurmada yararlı olan araçtan,
milli kuruluşumuzun faydalanmasını engelleme cesaretinin millete karşı büyük
ve haince bir cinayet ve islâmiyete karşı büyük bir günah olduğu açıktı. Bu
acımasızca girişimin derhal önüne geçmeyi vicdani bir görev saydım ve genelge
ile her tarafa gereken emirleri verdim. Durumu padişah hazretlerine arz ettim
ve Sadaret makamına (Başbakanlık) ve Harbiye
Nezaretine (Milli Savunma Bakanlığı) ve Posta Telgraf Genel Müdürlüğüne de yazdım.
24 Haziran 1919
tarihinde İçişleri Bakanı Ali Kemal Beyin de bir genelgesinden haberdar edildim,
bu genelgede; Haksız olarak yapılan elkoyma ve acımasızca yapılan işgallerden
ne derece üzüntü duyulursa duyulsun; Hükümet,
ne Yunanistan’la ne de başkası ile şu sıralarda savaş veya çatışmaya giremez.
Paris'teki konferansa giden delegelerimizin anavatanı kurtaracaklarına olan
ümidimiz günden güne artmaktadır. Savunma gerekçesi hazırlayanlara engel olunuz.
Haklarında acımasızca davranınız! Bunlar eski düşmanlarımızdır. İşleri bozulmak
üzere iken yeniden düzelmesine izin vermeyin! (Protestolar ve alçak sesleri)
denilmekte idi.
Ali Kemal Beyin
bu çabasını engelledim ve bununla ilgili olarak yüce Padişahlık makamına şu
yazıyı sundum;
İçişleri bakanı
beyin 18 Haziran 1919 tarihli illere yayımladığı şifreli bir genelge, milli
hakların korunması ile ilgili çalışmaları şiddetle yasaklıyor. Pek acıklı ve
üzücüdür ki aynı tarihte Posta Telgraf Genel Müdürü de milletin sesini kısmaya
yönelik bilgisizce hazırlanmış, başarısızlığa ve pişmanlığa mahküm
bir telgraf yayınlamıştır.
Yüce Padişahım!
Devam eden bu günkü parçalanma tehlikesi karşısında başta yüce saltanat makamınız
olmak üzere kutsal durumunuzu kurtarma ve korumaya azmetmiş olan yüce milletimizin
de böyle küçültücü ve gönül kırıcı bir düşünce ile yok sayılması tarihin ve
milli vicdanın hiçbir zaman affedemeyeceği olaylardır.
Gerçi böyle bir
düşüncenin hiçbir yerde kabul edilmediğini ve uygulanmadığını teşekkürlerimle
arz ederim. Yine de yüce milletimize vatan ve devlet tarihine karşı uygun görülen
bu uygulamalar, gelecek ile pek acımasızca alay etmek oluyor. Bu olay coşkulu
bakışlara ve millet düşüncesine yansıdıkça, Hükümete
güvensizlik duymak gibi pek kötü sonuçlar doğurabileceği şüphesizdir. Size durumu
bu şekilde sunma cesaretini gösterirken, bağlılığımı saygı ile tekrar ettiğimi
yüce şahsının bilgilerine sunarım.
Üçüncü Ordu Müfettişi
ve Padişahın Fahri Yaveri
M. KEMAL
27 Haziran 1919'da
Sivas'a geldim. Görevden alındığım konusunda Ali Kemal Beyin bir genelgesinin
daha geldiğini öğrendim. 23 Haziran 1919 tarihli bu şifreli genelgede:
«İngiliz özel
temsilcisinin arzu ve direnmesiyle görevden alındı. Adı anılanın İstanbul'a
çağrılması Harbiye Nezaretine ait bir görevdir. Fakat İçişleri Bakanlığının
kesin emri; Artık o kişinin görevli olmadığını bilmek ve kendisi ile hiçbir
resmi işleme girişmemek ve hükümet
işleri ile ilgili hiçbir isteğini yerine getirmemektir» deniliyordu.
Bu işlemle ilgili
olarak Sadarete ve Harbiye Nezaretine 28 Haziran 1919'da şu telgrafı çektim:
«Müdafaa-i Hukuku Milliye (Milli
hakları koruma) ve Reddi ilhak (,ilhakı
red Yunan hakimiyetini red) derneklerine
yardım ettiğim ve İngilizler tarafından ayrılmam istendiği için görevden alındığımı
ve buna diğer bazı yersiz sözler de eklenerek lçişleri Bakanı Ali Kemal Bey’in
konuyu mülki makamlara bir genelge ile duyurduğunu öğrendim. Bendenizi bu göreve
seçerek atanmamı buyuran Padişah hazretlerinin bu konudaki fikirlerini almak
onuruna erişemediğim gibi, ne yüce sadaret makamından ve ne de Harbiye Nezareti
yüce katından görevden alındığım konusunda hiçbir emir de almadım. Böylece Ali
Kemal Bey’in bu gizli yazı ve genelgesinin ne gibi yanlış düşünceler altında
oluştuğunu, devlet büyükleri arasında ayrıcalık ve ülkede kanunsuzluk, asayişsizlik
ve sonuç olarak da millet içerisinde anarşi yaratabilecek olan düşünce biçiminin
ne kadar gereksiz olduğunu açıklamayı gerekli görmüyorum. Ali Kemal Beyin görevden
ayrılması ile ilgili telgraf haberleri, belirtilen olayın yüce Hükümetçe
onaylanmadığını tümüyle göstermiş ve ülkede sebep olduğu kötü etkiler ve yanlış
anlama her ne kadar kısmen ortadan kaldırılmış ise de, bu işlemlerin bakanlar
kurulunun istek ve kararları dışında yapıldığına kesin olarak inanmış bulunmaktayım.
Bu tehlikeli ve sorumluluğu ciddi ağırlık taşıyan düşüncelerin ülkenin ve milletin
gelecekteki kurtuluşunu engelleyici büyük ısrarlar getirebileceğini tekrarlamak
zorundayım. Adı geçen kişi ile ilgili işlem konusundaki kararı yüce makamlarınızdan
arz ederim.
Üçüncü Ordu Müfettişi
ve Padişahın Fahri Yaveri
Tuğgeneral M. KEMAL
Bütün illere,
bağımsız ve bağlı mutasarrıflara (Sancağın en büyük mülki âmiri, vali ile
kaymakam arasında yönetici),
kolordulara ve ikinci ordu müfettişliğine de şu telgrafı yazdım:
27 Haziran 1919
Müdafaa-i Hukuku
Milliye ve Redd-i İlhak gibi sadece vatanı ve milli bağımsızlığı korumaya yönelik
kutsal bir amacı desteklediğim için ve İngilizler tarafından böyle arzu edildiğinden
bahsedilerek görevimden alındığımı, İçişleri Bakanı Ali Kemal Bey’in mülki makamlara
gizli bir genelge ile bildirdiğini öğrendim.
- Bendenizi bu memuriyete seçip,
atanmamı buyuran Padişah hazretlerinin bu husustaki buyruklarını almak onuruna
ulaşamadığım gibi, bu ana kadar ne yüce Sadaret makamından ve ne de Harbiye
Nezareti yüce katından görevden alındığıma ilişkin hiçbir emir almadım. Bundan
dolayı, Ali Kemal Beyin bu gizli yazı ve genelgesinin ne gibi yanlış düşünceler
altında oluştuğunu zaman ve olaylar çok geçmeden halkın önünde aydınlatacaktır.
Devlet büyükleri arasındaki ayrıcalık ve ülkede kanunsuzluk, asayişsizlik
ve sonuç olarak anarşi yaratabilecek olan bu gereksiz düşüncenin, tarih ve
millet önündeki tehlike ve sorumluluğuna dikkatini çekmeyi gerekli buluyorum.
Ali Kemal Bey’in yetkisinin üzerinde ve milletimizin varlığına karşı olan
bu gizli ve kanunsuz davranıştan geri dönüleceği tabiidir.
- Memuriyetimin sona ermesi
konusunda padişah hazretlerinin buyruğunu alırsam, doğal olarak resmi görevimden
ayrılarak bunu başkalarından önce özellikle benim duyuracağım bilinmelidir.
Böyle bir durumda, vatanın kurtarılmasını amaçlayan dini ve milli birliği
korumak, bu milletin sinesinden çıkan milliyetçi bir kişi olan benim için
en yüce bir görev ve kesin bir amaç olacaktır. Bundan dolayı, devlet tarafından
ve padişah buyruklarına bağlı olarak üçüncü ordu müfettişliği ve bunun devlet
ve millete karşı olan sorumluluğu üzerimde bulundukça, Babıâli'nin emirlerinde
yer alan resmi görevlerimizden dolayı bütün onurlu
valiler ile bağımsız sancakların (İl ve ilçe
arasındaki büyüklükte bir yönetim birimi.) emirlerimi yerine getirmek
zorunda ve bu günkü gerçeği anladıktan sonra her zaman ve tarih karşısında
da sorumlu bulunduklarını ivedilikle bildiririm. Bundan sonra ordu müfettişliği
devletin bir resmi makamı olup hiçbir zaman kişi ile ilgili bulunmadığından
makamın kendine özgü yazışma ve düzenini iyi bir şekilde korumak ve devam
ettirmenin kanuni bir zorunluluk olduğunu ve bu bildirimin Ali Kemal Beyin
yazısının gönderildiği makamlara da ulaştırılması gereğini ek olarak arz ederim.
- İşbu telgrafın gelişinin
bildirilmesini rica ederim.
Üçüncü Ordu Müfettişi
ve Padişahın Fahri Yaveri
M. KEMAL
İçişleri Bakanı
Ali Kemal Bey’le Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa’nın bakanlar kurulundan istifa
ettikleri ajanslardan öğrenildi. On saat kadar sonra 28 Haziran 1919 tarihli
ve Şevket Turgut imzası ile aldığım şifrede: «Dikkat geciktirilmesinin sorumluluğu
vardır.»
Birçok dilek ve
yakınmalar ile tizden bir heyetin Paris'e gitmesine dörtler meclisi izin verdi.
Ne olacağımızı şimdi değil biz, hatta halen
geleceğimiz ile oynayanlar bile bilmemektedir. Yalnız bir avunma noktası düşmanlarımızın
hakkımızdaki düşüncelerinin az çok lehimize dönmüş gibi görünmesidir. Örneğin,
geçmiş aylarda barbar ve yönetimsiz olarak nitelendirilirken şimdi de uysal
fakat yardıma muhtaç bir millet olarak nitelendirilmekteyiz. Görenlerden sürekli
haber alacak olan düşmanlarımızın sizi pek kolaylıkla elde edecekleri kesin
görülmekle birlikte, zaten güçlükle hayat sürdürerek yaşayan bizleri de ortadan
kaldırmaya yöneleceklerdir. Şu yardımcı açıklamalarımla size karşı dostluk görevlerimi
ve vatan görevimi yerine getirmiş olduğum inancı ile, olay çıkarmadan hemen
İstanbul'a gelmenizi rica ederim. deniliyordu. Buna cevap vermeyi bile
gerekli görmedim.
Sivas'ta milli
kuruluşun hazırlanması ve tamamlanması, Erzurum'dan sonra Sivas'ta Osmanlı ülkesi
adına genel bir kongrenin toplanması ve delegelerin çağrılması için gereken
bazı önlemler alınıp düzenlemeler yapıldıktan sonra Erzurum'a gitmek üzere yıla
çıktım.
2 Temmuz 1919
günü Erzincan'da Saray Başkâtipliği’nden aldığım telgrafın başlıca noktaları
şunlar idi:
«Daha önce ve
son olarak dikkatlerine sunulmak üzere göndermiş bulunduğunuz telgraflarınız
için Padişah efendimiz hazretleri, sizlere karşı yakınlık ve iyilikseverliğinizden
dolayı duyduğu hayranlığa dayanarak ve özel olarak, aşağıda yazılı olan öğütlerin
bildirilmesi konusunda beni görevlendirmişlerdir. Yüksek makamca bilinen vatansever
duygularım nedeniyle o yörede acele olarak bazı düzenleme ve girişimlerde bulunmanız,
İngilizlerin dikkatlerini çekmiş ve hükümeti
baskı altına almışlardır.
Devletimizin.
şimdiki durumu, Anadolu'da sanıldığı ve tahmin edildiği derecede kaygı ve telâş
verici değildir. Ulu Tanrı'nın yardımı ile devletin varlığı ve egemenliği elde
edilebilirse, saltanat merkezince taşranın kurtarılması kolaylaşır. Şu sırada
yüce zatınızın bundan yararlanarak İstanbul'a dönmeleri belki yabancıların hükümete
baskılarını azaltacaktır. Bu konu hakkınızda gurur kırıcı bir işlemin uygulanması
düşüncesiyle önerilmemekte olup, harbiye dairesince görevden alınmanız da yüksek
makamca düşünülmediğinden Harbiye Nezareti’nden iki ay süreli hava değişimi
istenilerek durum açıklığa kavuşuncaya ve barış gerçekleşinceye kadar arzu edilen
bir şehir veya kasabada dinlenmenizin en uygun çözüm olduğunu hatırlamanız buyurulmuştur.»
2/3 Temmuz 1919'da Mamahatun (Tercan
Kazası) da.Harbiye Nezareti’nden gelen
Ferit Paşa’nın 30 Haziran 1919 tarihli şu şifresini aldım:
«Vatan sevgisinin çekici gücü beni yine
Harbiye Nezareti’ne getirdi. Hükümeti oldukça güç
bir durumda buldum. Dış ilişkilerin korkunç durumda olması yanı sıra bir de
bunu büsbütün körükleyecek bir iç bunalımın karşısında kalınca elimde olmayarak
irkildim. Yüce zatınız gibi, ben de inandığım değer verme gücüme dayanarak iddia
edebilirim ki, sizi benim kadar ruhunuzun en derin köşelerine kadar anlayabilmiş
bir kişi yoktur. şimdiki durumda nasıl bir sebep, hükümet
ile yüce şahsınız arasında bir anlaşmazlık yaratmıştır, bilemiyorum. şüphesiz
ki bu durum, kötü niyetler etkisinde gerçekleri görememe durumunda olanların
uydurmalarından kaynaklanmaktadır. İngilizler tarafından bazı komutanlarımıza
uygulanan benzeri olmayan işlemlerin yüksek şahsınıza da uygulanması hiç de
beklenilen bir durum olmamakla birlikte, her ihtimali göz önüne alarak bu işin
iyi bir biçimde çözümlenmesi konusunu düşündüm. Haksızlıkları inkâr olunamayacak
olan düşmanlarımızın, yüce kudretiniz ve vatanseverliğinizden duydukları korku,
yüce şahsınızın böyle önemli bir askeri memuriyette bulunmalarından kaynaklanmaktadır
ve bu sebeple sizi bu görevden ayırmak girişiminde bulunmuşlardır. Yenilgi devasız
bir illettir. Birtakım uydurma sözlerle vatan menfaatlerinin yok olmasına sebep
olacakları korkusuyla bunların arzularını önemsememek, üzülerek söylüyorum,
hükümetin bir süre seçkin hizmet sunamamasına
yol açacaktır. Sizlere karşı pek çok yakınlık duyan Padişah hazretleri bendenizi
özel olarak kabul ederek bu işin iyi bir biçimde çözümlenmesi hususunda görüşme
nezaketini gösterdiler. Sağlığınızdan bahsederek, gerek İstanbul'da ve gerekse
arzu ettiğiniz herhangi bir yerde hava değişimi istediğiniz takdirde gereğinin
yapılacağı, millet önünde ve hükümette,
sahip . olduğumuz yeri korumuş ve düşmanlarımızın arzularına da bu şekilde son
verilmiş olacağı düşüncesi yüce padişahça uygun görülmüş ve hatta kendileri
bu durumun şerefli saraylarından da ayrıca sizlere yazılmasını emretmiş ve ferman
buyurmuşlardır.
Yüksek şahsınızın
da kabul edeceği gibi, her arzunuzu elimden geldiği kadar yerine getirmeye çalışacak
olan bendeniz işbu dileğimi hem resmi hem de özel olarak yapıyorum. Bu özel
durumumdan dolayı şunu da söylemek istiyorum ki, acele olarak vereceğiniz olumlu
cevap, yalnız hakkımdaki güven ve samimiyetinize delil değil, aynı zamanda bakanlık
makamında ümit ettiğim başarıya da bir başlangıç olacaktır. Ellerinizden öperim.
Padişah hazretlerine,
hareket şeklim hakkında Harbiye Nezareti’ne yazdığımı arzettim. Ferit Paşa’ya
da durumun gelişimi ile ilgili açıklamalarda bulunduktan sonra hava değişimi
amacı ile Anadolu'da kalmakta bir engel görmediğimi yazdım.
Harbiye Nazırı
Ferit Paşa’nın Erzurum'da aldığım bir telgrafında:
«İstanbul'a hareketlerinin
çabuklaştırılmasını rica ederim» denilmekte idi.
Telgraf başında
da Ferit Paşa şunları söyledi:
«Paşam! itilâf
temsilcilerinin pek katı başvuruları beni bu günkü telgrafımı yazmağa zorladı.
Yüksek şahsınızı benim kadar kimse tanıyamaz. Vatanımızın onuru ile ilgili yüksek
amaçlarınızı bilmekteyim.
Bendeniz İstanbul'a
onur vereceğiniz konusunda hem padişah efendimize hem de temsilcilere söz verdim.
Mahçup olmayacağıma eminim.
İtilâf temsilcilerinin
de burayı onurlandırdığınızda size karşı saygı göstereceklerini bildirmek isterim.
Bu konuda kesinlik sağlanmıştır. (Gülmeler) Ancak ve ancak yüksek şahsınızın
hemen oradan ayrılarak buraya gelmeniz gereklidir. (Beklesinler, sesleri
ve gülmeler)
Ferit Paşaya verdiğim
cevapta şunları söyledim:
- Bendenizin vatan ve milletin
kurtuluşuna hizmet etmekten başka bir amaç taşımadığımı ve şimdi bile devletin
sınırları içindeki çalışma ve hareketimin bu konuya yönelmiş olduğunu, itilâf
devletleri temsilcilerinin şahsımdan bu derece kuruntulu bulunmalarının birtakım
dedikodulardan kaynaklandığını ve bunların, bendenizi bütün duygu ve düşünlerimle
tanıyan Padişahın yüce buyrukları ile hükümet
emrinde çalışacağıma inanmış bulunan yüksek şahsınız tarafından verilecek
açıklama ve güvence ile düzeltilebileceğine ve giderilebileceğine eminim,
- Dört gün önce Padişah
makamına göndermiş olduğum ve itilâf temsilcilerince de itiraz edilindiği
anlaşılan yazımın cevabı alınıp incelenmeden İstanbul'a geleceğim konusunda
söz verilmemeli idi.
- Hiçbir uygun sebep buIunmadan
İzmir'in ve Antalya'nın, hükümetimizin
bilgileri dışında düşman tarafından işgali ve silâhsız, çaresiz halkın Rum
eşkiyasına doğratılması ve sonuç olarak iffet ve namusun ayaklar altına alınması
ve şu anda da Aydın ilinin her tarafından bu uygunsuz durumun sürdürülmesi
ve tekrarı bir süre önce bu bölgeden Nurettin Paşa’nın alınması ile ortaya
çıkan bir komuta boşluğunun doğurduğu vahim sonuç değil midir? Bu yöre için
de böyle kanlı bir sonuç hazırlanmış ve buna engel görülen komuta heyetlerinin
değiştirilmesi gerekliliği hissedilmiş ise, temsilcilerin vatanı yok etmeye
yönelik istekleri karşısında hükümet ileri
gelenleri için ikinci bir hainliğe neden olmak yerine millet arasına kişi
olarak karışmaları vatanperverliğin örnek bir davranışı olur. (Alkışlar)
Doğudan Şevki
ve İhsan paşaların alınması, vatanımızın batısındaki bir bölümün acımasızca
işgali programının yürürlüğe konmasını önleyebildi mi?
Ferit Paşa’nın
verdiği cevap şudur:
«Yüksek açıklamalarınız
doğrudur. Ancak bir milli hareketin olacağına inanan İngilizleri, yüksek kudretiniz
ve vatanı korumak çalışmalarınız endişelendirmiş ve düşmanlarımız tarafından
her gün çeşitli nedenlerle yaratılan dedikodu, bu endişeyi artırmış olacak ki
bu gün yüce şahsınızın ordunun başından alınıp İstanbul'a getirilmenizi Bab-ı
âli'den istemişlerdir. Bu istekleri tehdit eder bir biçimde söylemişlerdir.
Dört gün önceki duruma göre Padişah hazretlerinin yüksek onaylarına sunulan
öneri bendenizden gelmiş idi. Fakat bu günkü durum böyle ani ve ivedi bir daveti
gerektiriyor.
Bab-ı âli'de makine
başında geç zamana kadar sizi rahatsız etme nedenim, sizin de bildiğiniz gibi,
bir zorunluluktan ve vatan menfaatinin gerekliliğinden doğmaktadır. Aynı zamanda
İngilizler tarafından size hakkınız olan saygının gösterileceği konusunda Dışişleri
Bakanı vekili tarafından söz alınmıştır. Bendeniz, ilk telgrafta da ima ettiğim
gibi, Paris konferansı kararlarına boyun eğmekten başka yapılacak bir şey görememekteyim.
Şimdilik iyi geçinme durumunu seçmek uygun gibi görülüyor. işte bu nedene dayanarak
en kısa zamanda İstanbul'a hareket etmeniz beklenmektedir.
Sizinle yapacağımız
görüşmeler tabii ki bizi de aydınlatacaktır. Temsilcilere, emirleri gereğini
duyurmak üzere, hareket kararınızın zamanının en kısa zamanda belirlenmesini
rica ederek beklemekteyim.»
Verdiğim cevapta
şu maddeler vardı:
- Dün sizlerden aldığım telgrafta
Paris Konferansı kararlarına boyun eğmekten başka yapılacak bir şey görülemediği
söylenmektedir. Bu kararlar nelerdir? Ajansların en son duyurusu milli bağımsızlığımızı
ve geleceğimizi pek ümitsiz bir durumda gösteriyor. Meselâ Paris Konferansı
Trakya, Pontus, İzmir, Kilikya konularını devletin aleyhine olarak belirlemiş
ve doğu illerinde Ermenistan egemenliğini kabul ederek onaylamış ise bu kararlara
boyun eğmek için yetki ve sorumluluk alan ve değerlendirenler kimlerdir? Sadrazan
Paşa hazretleri vatan ve
milletin gelecek haklarını yok eden bu feci durumları ortadan kaldırmak ve
değişirmek için ne gibi olumlu maddi güvence ve ümitle dönüyorlar.
- Padişahlık makamının,
bütün devlet ve millet gerekçeleri ve hilâfet hakları üzerindeki oyunlar konusunda
samimi bir şekilde ve uygun bir dille aydınlatılmaları ve görevlerinden dolayı
sorumlu olmayan yüce Padişah hazretlerinin güç ve buyruklarını daima gerçek
dini dileklere ve devlete yöneltmek gerekli bulunmaktadır. İstanbul'daki bazı
kişiler ve özellikle bir iki ay bile iktidarda kalamayan değişken kabineler,
kendilerinde oluşan görüş bozukluğu, vicdansızlık, milletin genel tutumuna
ters düşen ve meşru olmayan düşüncelerle bakanlık yönetmek ve yetki kullanmak
gibi tarihin en feci sorumluluklarından kesin olarak uzak kalmalıdırlar.
- Bendenize gelince; Çok
yanlış ve hatalı anlayış içinde bulunulduğunu görüyorum. Bu gün vatanımızda
bir millet kudreti varsa, bu akım, felâketler sonucu uyanan milletin kalp
ve düşünce gücünden doğmuştur. Bendeniz de ancak buna uyuyorum. Benim buradan
çekilmem ile ilgili düzenlemeler çok hatalı ve özellikle çok tehlikelidir.
Bendenizin korunması hakkında Dışişleri Bakan vekili beyefendi tarafından
İngilizler'den güvence alındığı söylenmektedir. Buna çok hayret ettim. Çünkü
devletler ve milletler adına ve şerefine resmi bir şekilde imzaladıkları ateşkes
hükümlerini korumaya bile asla uymayarak alabildiğine saldırılarda bulunan
ve pek çok onur kırıcı durumlara neden olan İngilizlerin bu güvencesine inanmak
pek saflık olur. Yalnız tam anlamı ile inanılmasını isterim ki, eğer memleketin
kurtuluş ve esenliği benim çekilmeme bağlı olsaydı, kayıtsız şartsız ve geleceğim
hakkında hiç bir ümit ve amaç beslemeyi aklıma getirmeden, benliğimi kurban
etmek kadar vicdani ve basit bir şey olamazdı. (Alkışlar) Şunu eklemek isterim
ki, aradaki büyük fark, gerçek durumun henüz karşı tarafça anlşılamamış olmasındandır.
- Seçildiği açıklanan iyi
geçinme yolunu çok üzücü buluyorum. Çünkü iyi geçinme, bir insanın zayıf noktasını
hoş görmek ve onun devam etmesini sağlamak değildir. Üzücü olmakla birlikte,
ateşkes antlaşmasının imzalanmasından bu güne kadar, hükümetlerin
birbirine benzeyen yetersiz ve zayıf durumlar göstermesi ve milli kuvvetleri
desteklenebilir bir kuvvet olarak kabul etmemesi, itilâf devletlerinin ülkemizi
istilâ etmesine engel olamamış, tam tersine amaçlarını kolaylaştırmıştır.
General Allenbi
ile halen Padişah hazretlerinin başmabeyincisi olan eski Harbiye Nazırı Yaver
Paşa’nın bizzat yaptığı konuşmaya ve adı geçen kişinin karşı karşıya bırakıldığı
içler acısı duruma ve ayrıca bir yabancı general ile eski Harbiye Nazırı Abdullah
Paşa’nın görüşmelerinde generalin kullandığı bağımsızlığı hiçe sayan sözlerine
bu arada dikkatinizi çekmek isterim.
Şimdiye kadar
bundan önceki kabineler tarafından izlenen bu iyi niyet yolu nedeniyle Anadolu'nun
batı kesimi ve saltanat başkentinden, Hilâfet makamındaki şerefli Hükümdarımızın
saraylarına kadar her yer korkunç bir Sekilde işgal edilmiştir. Ayrıca milli
kuvvetler saptanarak yok edilmeye ve Doğu Anadolu için de aynı ilginç işlemler
ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu nedenle yüce şahsınızın ve içinde bulundukları
bakanlar kurulunun böyle girişimlere yardımcı olmama vatanseverliği göstermeniz
arzu edilir. Buna şunu da eklemek isterim. Görüş ve düşüncelerimin gerçekleşeceği
konusundaki inancım tamdır. Çünkü bu görüş ve düşünce, her yöredeki bilgi ve
milli onur sahibi kişilerin ortak ve genel görüşüdür ve özellikle milli vicdanın
izlenimlerine dayanmaktadır.
Anadolu'daki büyük
komutan makamlarının bir süreden beri sarsılması ve o boşlukların yerine ancak
yetersiz ve bilgisizlerin doldurulması gibi, Batı Anadolu'yu boğazlanmışcasına
elinden kaptıran, onurlu kişilerin yerine geçenlerin izledikleri politikaya
bir kez daha dikkatinizi çekerim.
1.Ali ihsan
Paşa ile Nurettin Paşa ve onun yerine getirilen Ali Nadir Paşa olaylarına milli
tarih açıklık getirecektir. Bu gün yüce şahsınızın sahip bulundukları makam,
vatan ve milletin kurtuluşunu sağlayacak bir güç olamadığına göre yeni iş başına
gelenlerin açtıkları yaraları bu kez de vatan ve milletin doğu kısmına yaymalarına
yüce şahsınız gibi varlığı ancak onurlu bir yaşam olması gereken değerli ve
tecrübeli bir kişinin baş eğmesine hiç te gerekli ve zorunlu bir neden yoktur.
Bağımsızlığını kaybeden makamınızdan ayrılarak tarihin açık olan korkusuz sayfalarında
övünülecek bir şekilde yaşamanız sanırım bütün dürüst ve onurlu kişiler tarafından
beklenmektedir. (Bravo sesleri)
Ferit Paşa’ya
en son verdiğim cevap şudur:
Harbiye Nazırı Ferit
Paşa Hazretlerine
Erzurum, 6 Temmuz 1919
Ermenistan'a
bağlanmalarına söz verilmiş olduğunu öğrenmekle heyecana gelen ve coşan doğu
illeri halkının arasından ayrılıp İstanbul'a gelmem konusundaki önerinizi yerine
getirmek konusunda kişisel irademi kullanmaya manen ve maddeten imkân bulamıyorum.
Durumun değerlendirilmesini, bilinen mertliğiniz ve samimiyetinize güvenerek
arz ederim, efendim.
Üçüncü
Ordu Müfettişi ve Padişahın Fahri Yaveri
M. KEMAL
Bunun ardından
Sarayın yüce başkâtipliği eliyle aldığım telgrafta «Sizlerce gerçekleştirilen
ulu girişimler her nasılsa İngilizlerce, vatan korunması şeklinde değil, başka
bir şekilde kabul edilmektedir. İngilizler yüce şahsınıza karşı gurur kırıcı
hiçbir davranışta bulunmayacakları konusunda kesinlikle söz verdiler
» denilmekte idi.
Buna cevap beklemeden
şu telgrafı gönderdiler:
«Yüksek memuriyetinize
görülen lüzum üzerine son vermiş olduğundan hemen gecikmeden İstanbul'a dönmeniz
Padişah hazretlerinin emirleri gereğidir.»
Padişah
Başkâtibi Ali FUAT
Son cevabım şu
oldu:
7 Temnıuz 1919
Erzurum
Padişah
hazretlerinin devletli mabeyni yüce başkâtipliği eliyle Padişah hazretlerinin
yüce katına. şimdiye kadar gerek padişahlık yüce makamına ve gerek Harbiye Nazareti’ne
yazdığımı yazılarda vatan ve milletin ve yüce hilafet makamının karşılaştığı
üzücü olayları ve buna karşı ortaya çıkan tepkileri ve milli durumu bütün safhaları
ve açığı ile ile arz ettim.
Böyle davranmakla
kutsal varlığımın bana yüklediği en yüksek ve en vicdani görevlerden birini
yapmış oldum. Bendenizin çalışına ve faaliyetlerinin İngilizlerce vatan savunması
olarak değil, başka bir şekilde yorumlanması nedeniyle yüce hükümetlerinin
ağır baskı altında tutulduğu yazılıyor ve bildiriliyor. Yüce Hükümetiniz
ve yüce Saltanat başkentinizin ne gibi baskı ve üzücü şartlar altında bulunduğu
gerek benim tarafımdan ve gerekse bütün asil milletimizce tam anlamıyla ve her
yönüyle bilinmekte olup bu baskı ve denetimin giderek daha da artması durumunda
özellikle büyük sadaketle ve aşırı derecede bağlı bulunduğum müşfik ve yüce
amaçlar taşıyan yüreğinizin sıkıntıya düşmesine hiçbir şekilde razı olamayacağım
için, yalnız memuriyetime değil, bütün şan ve şerefini, vatan ve milletimin
ve kutsal yüce makamınızın feyiz ve asalet nurundan alan ve pek çok sevdiğim
kutsal askerlik yaşamıma da veda ederek özveride bulunduğumu arz etmek isterim.
(Alkışlar) Yüce saltanat ve hilâfet makamınızın ve asil milletimizin sonuna
kadar daima koruyucusu ve sadık bir kulu olarak kalacağımı içten gelen duygularımla
arz ve temin ederim. Yüksek askerlik mesleğinden istifa ettiğimi Harbiye Nezareti’ne
bildirdim. Onurlu padişaha sıhhat ve esenlikler diler ve her türlü kötülükten
korumasını Cenabı Hak'tan dilerim. Yüce bilgilerinize sunarım.
Kulları
Mustafa KEMAL
Birinci dönem
ile ilgili olan açıklamalarım burada bitmiştir. Arkadaşlar, sizleri fazla yormamak
için ufak bir aradan sonra devam etmek istiyorum.
MUSTAFA KEMAL
PAŞA (Ankara)
- Efendiler!
Hepinizin bildiği
gibi, 10 Temmuz 1919 tarihinde Erzurum'da Doğu Anadolu illerini kapsayan bir.
milli kongre toplandı. Bu milli kongrenin koyduğu şartlar, sanırım bilinmektedir..
Fakat şimdiye kadar yaptıklarımıza bir başlangıç sayıldığı için sizlere hatırlatmak
üzere önemli noktaları yeniden okuyacağım. Erzurum kongresinin koyduğu şartlardan
birincisi; I. Dünya Savaşının genel durumu gereğince, düşmüş olduğumuz yenilgi
nedeniyle vatanımızın birçok önemli bölümü düşmanlarımızın istilâsı altına girmişti..
Millet, bütün isteklerinde maddi ve gerçekçi düşünmek ve ancak kuvvet ve gücüyle
sağlayacağı durumlarda kendine yeni bir sınır çizmek
üzere idi. İşte kongre bu sınırı çizmiştir. Bu milli sınırın dostlukla korunması
için demiştir ki: Ateşkes antlaşmasının imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinde çizilen
hudut, sınırımız olacaktır. Vatanımızın sınırı olacak bu hududu, sanırım, ayrıntılarıyla
bilmeyen arkadaşlarımız vardır. Yeniden fazla ayrıntıya girmek istemediğim için.
şu şekilde açıklayacağım. Doğu sınırını Kars, Ardahan ve Artvin'i içine alacak
şekilde göz önüne getiriniz. Batı sınırı, bildiğiniz gibi, Edirne'den geçiyor.
En büyük değişiklik güney sınırımızda olmuştur.
Güney sınırımız İskenderun'un güneyinden başlar, Halep'le Kadıma arasında Cerablus
köprüsünde sona eren bir hat ve doğu kısmı da Musul ili Süleymaniye ve Kerkük
dolayı ve bu iki bölgeyi birbirinden ayıran hat.
Efendiler!
Bu sınır sadece
askeri gerekçelerle çizilmiş bir sınır değildir, milli sınırdır. Milli sınır,
olmak üzere tespit edilmiştir. Fakat bu sınır içinde islâm ögesine sahip yalnız
bir milletin olduğu düşünülmesin. Bu sınır içinde Türk vardır, Çerkez vardır
ve diğer islâm öğeleri vardır. işte bu sınır karışık bir halde yaşayan, bütün
amacını tam anlamı ile birleştirmiş olan kardeş unsurların milli sınırıdır.
(Hepsi islâmdır, kardeştir sesleri) Bu sınır olayını kararlaştıran maddenin
içerisinde büyük bir ana öğe vardır. Fazla olarak da bu vatan hududu içinde
yaşayan islâm unsurlarının her birinin kendine özgü olan yörelerine, geleneklerine,
ırkına özel olan ayrıcalıkları bütün samimiyeti ile ve karşılıklı olarak kabul
etmiş ve onaylanmıştı. Doğal olarak bununla ilgili ayrıntılı bilgiler yoktur.
Çünkü bu ayrıntılı bilgilere girmenin zamanı değildir. İnşallah, varlığımız
kurtarıldıktan sonra (inşallah sesleri) kesin şeklini alacağından şimdilik ayrıntıya
girilmemiştir. Fakat aslında bu, maddenin kapsamındadır. Yine Erzurum Kongresi’nin
milli esaslarından birisi, efendiler, işte bu milli sınır içindeki yönetimin
milli egemenlik esaslanna dayanmasıdır.
Çünkü bizzat bulunmuş
olmam dolayısıyla kongrenin o zamanki anlayışını yakından bilmekteyim. Her halde
Osmanlı topluluğunun bütünlüğü, milli bağımsızlığın kazanılması, her şeyden
önce yüce Saltanat makamının dokunulmazlığı, mutlaka güvenilir bir kuvvete ve
sağlam bir yönetime bağlı olarak gerçekleşebilir. Bu ise ancak milli egemenlik
esasına dayanan yönetim ve kuvvetle sağlanabilir. Erzurum kongresinde milli
sınırlarımız içinde yaşayan müslüman olmayan unsurlar bile gözönüne alınmıştır.
Hepimizce bilinmektedir.
Efendiler,
Müslüman olmayan
unsurlar, azınlıklar adı altında bütün dünyanın üzerinde durduğu ve özellikle
bizim ülkemizle ilgili olunca pek büyük önemle göz önüne alınan bir sorundur.
Doğal olarak bu olaya bir kural koymak gerekir ve bu o zaman da gerekli idi,
Kongrenin koyduğu kural gereğince müslüman olmayanlara, müslüman olanlara verilmiş
olan haklar aynen verilecektir. Bundan daha normal bir kural bulunamaz. Bununla
aynı sınır içinde yaşayan insanlara aynı kanuni haklar verilmiş oluyordu. Yine
en önemli kurallardan birisi, devletin, milletin iç ve dış bağımsızlığı idi.
Millet bağımsızlığından vazgeçmiyor ve vazgeçmeyecek
esas kabul edilmiştir. Ancak, bu ana şart daima saklı ve saygıdeğer tutulmak
üzere, ülkemizin bayındırlık durumunu, milletimizin varlığını ve genel olarak
düşünce düzeyimizi göz önünde tutacak olursak, bütün dünyadaki gelişme ile bunu
karşılaştırdığımızda itiraf etmek zorundayız ki, biraz değil, çok geri durumdayız.
Bu nedenle duruınu değiştirmek için çok büyük kaynaklara, çok çeşitli araca,
kısacası her şeye ihtiyacımız vardır. Milletimizin ilerleme ve yükselmesi için
ve ülkenin bayındırlığı için, ihtiyaç duyduğumuz
her şeyi dışarıdan almak konusunda doğal olarak tam bir olgunlukla hareket edeceğiz,
dış ilgi ve yardımı tamamen uygun göreceğiz. Ancak arz ettiğim gibi, bağımsız
kalmak görünüş ve yetkisini daima korumak şartı ile... Erzurum Kongresi’nin
esas şartları bunlardan oluşuyordu.
Kuruluştan ve
bununla ilgili ayrıntılardan bahsetmeyeceğim. İşte, Erzurum Kongresi milletin
yararı için ve halkımızla ilgili hayati konuları görüşmek için toplandığı sırada
İstanbul'da iktidar mevkiinde bulunan Sadrazam Ferit Paşa kongreyi yönetenlerin
tümünü suçlu ve haydut olarak kabul etmiş, derhal tutuklanarak İstanbul'a gönderilmelerini
bütün resmi, mülki ve askeri makamlara bildirmiştir. Bunun da ayrıntılarını
açıklamak istemiyorum. Buradan Sivas Kongresine geçeceğim. Erzurum Kongresinden
sonra 4 Eylülde Sivas'ta genel bir kongre yapıldı. Erzurum Kongresi yalnız Doğu
Anadolu'yu temsil etmiş oluyordu. Sivas'a Batı Anadolu' dan ve Rumeli'den de
delegeler gelmiş olması nedeniyle yaralı vatanın genel kurulu olarak, Anadolu
ve Rumeli'de yaşayan bütün vatandaşlarımızın görüşü desteklenmiş oluyordu. Sivas
Kongresi, Erzurum Kongresinde tespit edilen şartları aynen kabul etmiş, yalnız
adını yaymakla kalmamıştır. Bütün Anadolu ve Rumeli'yi içine almak üzere birlik
ve milli dayanışma sağlanmıştır. Bu sırada içişleri Bakanı bulunan Adil Bey
ve Harbiye Nazırı Şerif Paşa, Erzurum Kongresi sırasında olduğu gibi ve belki
bundan daha da çok, yine milli egemenliğin kazanılması için, yine vatan uğruna
ve milleti kurtarmak için çalışanlara karşı
birtakım kararlar alıyor ve bu kararları akıl almaz bir hızla uyguluyorlardı.
Tam kongre toplandığı sırada Ferit Paşa ve arkadaşı Malatya'da Elazığ Valisi
Galip Beyin emir ve yönetimlerinde masum halkı aldatmak suretiyle bir kuvvet
toplanmasına çalışmışlardı. Harbiye Nazırı Şefik Paşa da milletimizden ve dindaşlarımızdan
kurulu bu masum askeri kuvveti desteklemek üzere emirler veriyordu. Ali Galip
Bey·bu kuvvetlerle ani olarak gelerek Sivas'ı basacak, orada bulunan milli kuvvetleri
birer birer bir cani gibi asacak, kesecekti.
Bütün bu düzenleme, kendisinin vilâyete ve komutanlığa atanması içindi. Hareket
için bir padişah emri almışlar ve bu kişinin padişah emrini cebinde taşıdığı
gerçeği anlaşılmıştı. Sivas'a vardıktan sonra derhal telgraf başında İstanbul
ile konuşacak ve bunun ardından padişah emrini de yayımlayacaktı. Diğer taraftan
Ankara'da vali bulunan Muhittin Paşa Çorum'a gitmiş ve orada yine Harbiye Nazırı’nın
kendi emrine vermiş olduğu askeri kuvvet ile hareket ederek iki taraftan Sivas'a
baskın yapmayı plânlamıştı. Tesadüfen İstanbul
ile bu kişiler arasında alınan ve gönderilen şifreli telgraflar elimize geçti.
Bunun üzerine derhal İstanbul'a, başvurduk ve bunun gerekçesini anlamaya çalıştık.
Tabii Ferit Paşa, Şerif Paşa, Adil Bey güvenilebilir kişiler değildiler. Millet
adına Sivas'ta toplanmış olan kongre üyeleri yüksek hilâfet ve saltanat makamına,
padişahlık makamına telgraflar gönderdiler. Bütün heyetler telgrafhaneye koşarak
padişahtan haklarını istediler.
MEHMET ŞÜKRÜ BEY
(Afyon Karahisar) - Paşa hazretleri, bir nokta var: İngiliz Amirali «Mister
Nowil» in girişimlerini açıklamanız gerekli.
MUSTAFA KEMAL
PAŞA (Ankara) - Pek doğru! İngilizlerden bahsetmek istemediğim için bu noktayı
kaydetmedim, efendim. Gerçekten İngilizler daha önce bütün Kürtleri aldatarak,
onları Türkler ve diğer dindaşlarından ayırmak için düşünebildikleri her şeyi
uygulamaya çalışıyorlardı. Bu uygulamada en büyük çabayı gösteren de yüzbaşı
veya bir söylentiye göre binbaşı rütbesine sahip bir kişi idi ve ne yazık ki
ona müslüman bir iki kişi de yardım ediyorlardı. Tam bu sırada Nowil adlı kişi
Malatya'ya gelmiş ve Alip Galip Bey’le iş birliği kurmuştu ve bu kişi Sivas
yönüne gönderilmesi düşünülen kuvvetin başında bulunuyordu. Yine bıraktığım
noktaya dönüyorum. Durumu Padişah hazretlerine arzetmek istedik, bütün telgraf
görüşmelerinin Ferit Paşa, Adil Bey ve arkadaşları tarafından kesildiğini gördük
ve bizim Padişah hazretleri ile görüşmemize izin verilmedi.
Önce Ferit Paşa’ya
ve sonra da padişah hazretlerine başvurulduğunu arz etmiştim. Ferit Paşa’ya
güvensizliğimizi ve başvurularımızda kendisine güvenmemekte olduğumuzu ve hatta
durumu tümü ile açıkladıktan sonra Ferit Paşa Kabinesi’nin yerine artık her
halde milletin amaçlarına uygun ve güvenine sahip bir hükümeti
iktidara getirmek gereğini arzetmiş olduk. Bu arzımız Ferit Paşa’nın yolu kapaması
ile padişahın bilgisine sunulamamıştır. Bundan sonra Ferit Paşa’ya dedik ki,
bizi bu konuyu sunmakta serbest bırakmazsanız o zaman millet, davranışlarında
kendini hür ve bağımsız saymakta haklı olacaktır.
Cevap vermediler. Bağımsızlık kendiliğinden tanınmış oldu. Kongre kendini bağımsız
olarak düşününce, tabii Mister Nowil'e, Ali Galip Beye ve onun aldattığı masum
insanlara karşı önlemler aldı. İlk önlem, tabii aldatılmış olan dindaşlarımızı
aydınlatmaktı ve bunu başarır başarmaz bütün aldatanlar, bütün o caniler yalnız
kaldılar ve oradan kaçmayı başardılar. Çorum'da bulunan Muhittin Paşa da Sivas'a
davet olundu, efendiler!
İstanbul'da Ferit
Paşa Kabinesi ile milletin, bütün mülki erkân ve ordunun bağlantısı bu suretle
kesintiye uğratıldı ve bu durum tam 23 gün sürdü. 23 günlük sürede, hepinizce
bilindiği gibi, milletimiz kutsal amacını gerçekleştirmek için birlik ve dayanışmasını
ne dereceye kadar gösterebileceğini cesur davranışlarıyla ispat etti. Bu, millet
için, hepimiz için gurur duyulacak ve övünülecek bir durumdur. Nihayet 23 gün,
sonra Ferit Paşa işlediği büyük suçu, millet ve memleketin anladığını, milletin
kararlı olduğunu ve kahramanlıktan geri kalınayacağını sezerek
istifa etmeye mecbur oldu. Bundan sonra iktidara Ali Rıza Paşa gelmişti. Ali
Rıza Paşa’nın iktidara gelmesi ve bildiğiniz gibi, istediği kabineyi oluşturması
hakkında Sivas Kongresi’nin veya Sivas Kongresi’nin görevlendirdiği temsil heyetinin
hiçbir ilgi ve ilişkisi olmadığı bilinmektedir. Bunun için kongre temsil heyeti
ile kendiliğinden karşı karşıya gelmiş oldu. İlk bakışta Ali Rıza Paşa Kabinesi’nin
bakanları Ferit Paşa Kabinesi’nden devredilmiş gibi göründü. Bu durumda güven
duyma konusunda biraz kararsızlık oldu. İşte bu nedenle o zaman Ali Rıza Paşa'ya
karşı bulunmak gerekliliği hissedilmiştir. Önemli olduğu için müsaadenizle aynen
okuyacağım.
İktidara gelen
Ali Rıza Paşaya 3 Ekim 1919 günü şu telgrafla bilgilerimizi sunduk:
Anlayışlı Sadrazam
AIi Rıza Paşa Hazretlerine,
Millet, şimdiye
kadar devlet yönetimine geçenlerin, anayasaya ve milli amaçlara ters düşen ve
bilinen tutumlarından üzülerek, hukuka uygunluğu sağlamak ve geleceğini güvenli
ve becerikli ellerde görmek için kesin kararını vermiş ve gerekli cesaretli
girişimlerde bulunmuştur. Düzgün bir kuruluşa bağlı milli kuvvetler, milletin
kesin iradesinin, yüce Allah'ın emirleriyle tam anlamı ile gösterilmesini ispat
etme kudretini kazanmıştır.
Millet, kuvvet
ve iradesini hiçbir zaman padişahlık makamına aykırı, ülke yararına aykırı ve
millete ters bir biçimde kullanmak arzusunda değildir. Millet, Halife hazretlerinin
kutsal şahsının güvenini kazanmış olan yüce şahsınızla yüce arkadaşlarınızı
güç durumda bırakmaktan kesin olarak sakınmakta olup, tersine tam anlamı ile
yardım etmeye bütün samimiyeti ile hazırdır. Ancak bakanlar kurulu içinde Ferit
Paşa ile çalışmış kişilerin bulunması, yüce heyetlerinin düşünceleriyle milli
isteklerin uygunluk derecesini olgunlukla anlamak zorunluluğunu doğurmuş bulunmaktadır.
Millet olarak tam güvenliğe sahip olmadan atılmış olan her adım, düzelmeye başlamayı
engelleyecek ve yarım çarelerle yetinilmesi, millet ile yüksek heyetiniz arasında
da yanlış anlamalara neden olabileceğinden, uygun görülmemektedir. Bundan
dolayı heyetimiz, kesin ve açık olarak Sadrazam makamının yüce sahibinden aşağıda
belirtilen konuların yeni hükümetinizce uygun bulunup bulunmadığı ve kabul edilip
edilmeyeceği konusunu büyük bir saygıyla anlamayı görevlerinden sayar.
- Yeni hükümetin Erzurum ve Sivas
kongrelerinde kararlaştırılan kuruluşa ve milletin meşru dileğine saygı göstermesi,
- Milli Meclis toplanıp,
denetim gerçek olarak başlayıncaya kadar milletin geleceği hakkında hiçbir
yükümlülük altına ve resmi işlere girilmemesi,
- Barış konferansında milletin
ve memleketin geleceği kararlaştırılacağından, görevlendirilecek delegelerin
bundan önceki gibi yeteneksiz kişiler değil, milletin amaçlarını tam anlamı
ile bilen ve güvenilir, anlayışlı ve kudretli kişilerden seçilmesi.
Bu konuda tamamen
anlaşma olması durumunda milletin vicdanından doğmuş ve bütün itilâf devletlerince
meşruluğu ve kudreti tanınmış olan milli kuruluşumuzun, hükümetin
yardımcısı olacağı ve bu şekilde hükümetin
millet ve memleketin geleceği hakkında barış konferansında meydana gelecek girişimlerinin
daha güvenilir ve etkili olacağı tabiidir.
Bir kez
bu önemli noktalarda uygunluk sağlandığı anlaşıldıktan sonra, ileride olabilecek
normal olmayan durumları gidermek için bazı ek sunuşlarda bulunmamız iznini
yüce sadrazam makamına arz ederim.
Anadolu ve Rumeli
Müdafaai Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti adına;
MUSTAFA KEMAL
İşte bu önemli
noktalar üzerinde anlaştıktan sonra, arada bazı yazılar yazdık. Ali Rıza Paşa,
Erzurum ve Sivas kongrelerinden bilgisi olmadığını yazdı. «Gereği yerine getirilmek
üzere önce bunları bildiriniz» dediler. Hepinizin
bildiği bildiriyi kendilerine ilettik. Bakanlar kurulunun bunu incelemesinden
sonra bile Sadrazamın verdiği cevapta önemli noktaların Bakanlar kurulunca kabul
edildiği bildiriliyor ve ondan sonra da bizim hakkımızda birtakım kısıtlayıcı
isteklerde bulunuluyordu. Bu kısıtlayıcı isteklerin başlıcası, olağanüstü olaylar
ve ortaya çıkan yirmi üç günlük durumun giderilmesinden sonra, Meclis-i Mebusan
seçimlerine ve hükümet
işlerine karışılmaması konularını kapsıyordu. Bizim verdiğimiz cevabı aynen
okursam olay daha çok açıklığa kavuşacaktır.
Yüce Sadaret Makamına,
«4
Ekim 1919 tarihli, sadaret makamının cevap telgrafının kapsamından anlaşıldığına
göre, derneğimiz temsil kurulunun yapmış olduğu sunuş ve tekliflerin tamamen
uygun görüldüğü ve kabul buyurulmuş olduğu, minnet duygulan izlenmiştir. Bununla
birlikte tarafımızdan taahhüt edilmesini istediğiniz noktalarla ilgili olarak
aşağıda olduğu gibi açıklamalarda bulunmamıza müsaade etmenizi içtenlikle rica
ederiz. Hükümetin yol gösterici davranışında kanun hükümlerine tam anlamı ile
uyulması doğal olup, kurulumuzca da bunun sağlanmasını görmek tek amacımızdır.
Son zamanlarda ortaya çıkan uygun olmayan durumun ve kanunsuzluğun nedeni ve
etkeni Ferit Paşa Kabinesi idi. Bu konu, adı geçen kabinenin düşmesi ile, yüksek
kurulunuzca kanun hükümleri içinde çalışma ve Ferit Paşa Kabinesi tarafından
yapılan kanun dışı işler ve davranışlar dolayısıyla ortaya çıkan durumun kaldırılması
için gereken kesin önlemlerin alınması ve
gereğinin yapılması ile ortadan kalkar ve böylece olması beklenen olay ve devam
edebilecek olan davranışlara sebebiyet verilmemiş olur. Kurulumuzun, bakanlar
kuruluyla kanuni hükümler içinde her türlü anlaşma ve görüşmelerde bulunabilmesi
için, önce hükümetin meşru ve kanuna uygun olan
milli kuruluşumuza iyiniyet göstereceğini açık ve kesin bir dille söylemesi
gerekmektedir. Aksi halde, kurulumuz ile hükümetimiz
arasında karşılıklı güven ve samimiyet bulunup bulunmadığı kuşkusu doğacak ve
sonuç olarak bu da uyumsuz davranış ve girişimlerin ortaya çıkmasına neden olacaktır.
Başkent ile Anadolu'yu birbirinden ayırmaya kurulumuz ve temsilcisi bulunduğumuz
millet bireyleri sebep olmamışlardır. Tam tersine, düşünülen hükümetin Paris
Barış Konferansı’nda doğu illerimizi, tamamını geniş bir özerkliği olan Ermenistan
olarak kabul edişi, Toroslar sınır gösterilerek iki üç ilimizin tümünün Osmanlı
sınırı dışında bırakılması ve başkent ile illerimizin bazılarında ateşkes antlaşması
hükümlerine aykırı birçok işgaller ve devlet
ve milletin bağımsızlık gururunun kırılmasına seyirci kalınması, başkent ile
Anadolu'nun birbirinden ayrı düşünmelerine neden olmuştur. Ayrıca, bu duruma
milli varlığını korumak amacı ve dine dayanan azmi ile kutsal haklarını korumak
için ayaklanan kongre üyelerini eşkiya çetesi gibi cezalandırmak amacı ile Elâzığ
ilinde birtakım eşkıya toplayarak Sivas ve Elâzığ halkları arasında vuruşma
için hazırlanma emri veren bundan önceki hükümetin
meşru olmayan icraatı da neden olmuştur. Osmanlı topraklarının bir kısmının
işgali tehlikesine gelince; Milli kuruluşunuzun kurulmasından bu güne kadar
hiçbir işgal olmadığı gibi, tam tersine Ferit Paşa Kabinesi'nin hoşgörü ve günahının
sonucu ateşkes hükümlerine aykırı olarak işgal edilen Merzifon ve Samsun gibi
illerimiz boşaltılmıştır. Bundan dolayı, devletin birliğini heyetimiz değil,
bundan önceki hükümetin bozduğunu söylemeye gerek görmediğimi arz ederim. Tarafımızdan
hiçbir resmi daire işgal edilmemiş olup, ortada bulunmayan bir durumun düzeltilmesi
gibi bir şey düşünülemez. Milli kuvvetlerimiz aleyhinde bundan önceki hükümetin
yapmış olduğu yayının doğruluk derecesini araştırmak üzere gelen ve başkentte
milletin güvenini taşıyan, milli kuvvetlere dayalı ve meşru olan bir hükümet
bulamayan itilâf devletlerinin yollamış olduğu birtakım görevlilerle yaptığım
görüşmeler de siyasi bir resmiyet taşımamaktadır. Bu görüşmelerin amacı, milletin
geleceğe yönelik isteklerini milli kuruluşumuzun büyüklük ve kudretini, milli
iradenin genişliği ve kesinliğini onlara yakından göstermek ve bununla milletimiz
hakkında saygı ve güven sağlamakla sınırlandırılmıştır. Bunun da barış konferansında
gelecek için zararlı değil, aksine çok yararlı sonuçlar sağlayacağı şüphe götürmez
bir husustur. Milletvekili seçimi hakkında bundan önceki hükümetin verdiği emirler
gereği hareket eden mahalli daireler henüz seçim kütüklerini bile hazırlamaya
yeni başlamış olduklarından seçimlerde halkın hürriyetine saldırı ve engelleme
şımdiye kadar maddeten mümkün olmadığı gibi, örneğimiz
ve bir siyasi kuruluş olmadığından, siyasi ihtirastan tamamen uzak bulunacağını
ve seçimlerde kesinlikle halkın anlayış ve vicdan hürriyetine karışmayacağım
pek çok kere bildirileriyle açıklamış bulunmaktadır. Hükümet
işlerinde olan duraklama, ancak resmi telefon görüşmelerinin arızasıdır ki,
bu da milletin şefkatli babası ve şerefi olan padişahına sunuşunu ve ricalarını
iletmesine engel olmuştur. Bu da padişah ve millet arasında bir engel oluşturan
Ferit Paşa Kabinesi’nin uygun olmayan tutumunun zorunlu sonucudur. Şu noktayı
da ciddi bir olgunluk ve önemle yüksek görüşlerinize sunmak zorundayız. Samimi
açıklamalarınızda memleketimizde meşrutiyet gereğince milli egemenliğin yürürlükte
bulunduğu açık ise de, feshedilmesinden itibaren Meclis-i Mebusan-ın dört ay
içinde toplanması Anayasamızın açık hükümlerinden, olmasına rağmen bu güne kadar
seçimlerle ilgili kütükler bile hazırlanmamıştır. Başka bir şekilde açıklanması.
mümkün olmayan, dört ay içinde toplanma kanuni zorunluluğu altında bulunan Milli
Meclisin şu ana kadar toplanamaması Ferit
Paşa Kabinesi’nin açıktan açığa meşrutiyet idaresine bir darbesi ve Anayasaya
açık bir saldırısı sayılır ve ceza kanunun özel maddesine dayanılarak bir cinayet
sayılıp, sebep olanlar hakkında kanun hükümlerinin tam olarak uygulanması, milli
egemenliği kabul eden ve kanun hükümlerinin uygulanmasını kendisi için bir kanuni
görev sayan her meşru hükümet için ilk kutsal
görev niteliğindedir. Bundan sonra ayrıntılarla ilgili bazı noktalar vardır.
Efendim! Ali Rıza
Paşa bu cevabımızdan sonra birkaç gün kendi isteği ile sustu. Nihayet üç gün
sonra karşımıza. bizimle konuşmak üzere Harbiye Nazırı Cemal Paşa çıktı. Cemal
Paşa’nın verdiği telgraf, bakanlar kurulunun milli amaçlar içinde hareket için
önerilen şartların tamamını kabul ettikleri konusunu içeriyordu ve karşılıklı
olarak yapılan önerilerle hükümetle
hepimizin çok ciddi ve samimi bir anlaşma yapmış olduğumuz izlenimini alıyorduk.
Fakat bu anlaşmanın gerçekleşmesi sözünden sonra, Cemal Paşa yeniden bazı önerilerde
bulundu. Bakanlar kurulu adına önerdiği konular önemli olduğu için birer birer
açıklayacağım.
İttihatçılıkla (İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ilgili kimse.) ilişkili bulunmamak,
'
Osmanlı
Devleti'nin I. Dünya Savaşı'na katılmasının doğru olmadığı ve sebep olanların
adlarını tespit etmek için bazı yayınların yapılması ve haklarında kovuşturma açılması ve kanuni cezalarının verilmesi,
Her
nevi cinayet suçlularının cezadan kurtulamayacağı,
Seçimlerin
hür bir şekilde yapılabilmesi için güvence verilmesi, bildiriliyor ve isteniyordu.
Buna verdiğimiz
cevap, söylediğimiz düşünceler şöyle idi;
Harbiye Nazırı
Cemal Paşa Hazretlerine,
9 Ekim 1919 tarihli
yazınıza cevap vermeden önce temsil heyetimizin sayın bakanlar kurulu üyeleri
hakkında saygı duyguları ile en iyi dileklerimi sunduğumu ve düşüncelerini birbirine
söyleme ve birbirlerine düşüncelerini bildirme ile iki tarafın dürüstlük ve
samimiyeti kendisine önder kabul ettiğine inandığımızı arz ederim. Çeşitli araçlarla
duyurulması gerekli görülen yazınız ve açıklanan dört madde hakkında temsil
heyetimizin görüşü ve düşüncesi aşağıda belirtilmiştir:
Rum ve Ermenilerle
İngilizler başta olmak üzere itilâf devletlerinin ve bunların suçlarına alet
olan düşük Ferit Paşa Kabinesi'nin, milli birliğe ve vatan mutluluğuna yönelik
her çeşit girişimi ve meşru milli faaliyeti genel olarak ittihatçılıkla suçlamayı
bir meslek edinmiş oldukları hepimizce bilinmektedir. Girişimimizin ve milli
kuruluşumuzun ittihatçılıkla hiçbir ilgisi olmadığı, kötü düşünen kişiler dışında
gerek millet ve gerek ilişkide olan yalancılarca anlaşıldığı halde açıkladığınız
kötü anlayışı tam olarak ortadan kaldırmak umuduyla Sivas Genel Kongre'sinin
birinci oturumunda konuşmalara başlamadan önce bütün delegeler, İttihat ve Terakki
Cemiyeti'nin canlandırılması için çalışmayacakları konusunda açık olarak, birer
birer ant içmişler ve bu ant sureti her tarafta yayımlanmış ve ilân olunmuştur.
Bundan başka, yeri geldiğinde ve özellikle yabancılarla ilişkide bulundukça
bu önemli konu ile ilgili bildiride ve gerekli açıklamalarda bulunulmaktadır.
Bununla birlikte, önerdiğiniz gibi bu konuda yine fırsat çıktıkça, açıklama
ve yayımdan geri kalınmayacaktır. Yalnız bu konu göründüğünden başka bir biçimde
ortaya çıkarsa, durumu nedeniyle özel bir önem verilmesi gerekmektedir. Bu yönüyle,
sadece bakanlar kurulu üyeleri ile düşüncelerimizi karşılıklı söylememiz ve
yüksek heyetinizde bu konuda hâkim olan düşünceyi öğrenmek amacı ile temsil
heyetimizin buna ilişkin düşüncelerini arz etmeyi gerekli görmekteyiz. Biz müslüman
olmayan halk ile itilâf hükümetlerinin
siyasi durum karşısında gördüklerini, genel olarak ittihatçılıkla suçlamalarını
doğru bulmuyoruz. ittihatçılar içinde kötü yönetim ve yolsuzlukları ile memleketi
harabeye çevirenlerden oluşan bir küçük grup vardır ki işte millet ve bizim
gözümüzde asıl suçlu olanlar bunlardır. Yoksa ittihat ve Terakki üyesi olup
tarafsızlığını korumuş, kötülüğe âlet olmamış onurlu kişilerin bu şekilde zan
altında bırakılmaları ve özellikle her millette olduğu gibi iyiyi güzeli gerekli
şekilde ayıramamak, halkın bir kısmını zan altında tutmak doğru değildir ve
bunu ülkenin güvenliği, iç düzeni ve geleceği bakımından sakıncalı bulmaktayız.
Bundan dolayı,
kabinenin, bu maddenin asıl amacının ne olduğunu açıklamasını önemle rica ederiz.
2. ikinci madde
içeriğine gelince: Bu konu, çok yönlü düşünülmesi gereken ve çeşitli şekillerde
yorumlanabilen bir husustur. Örnek olarak, kafa tutmayı bile akla getirmektedir.
Sonucunda felâket ve çok üzücü olaylara neden olan ve bu gün için milletimizin
memnuniyetsizliğine yol açan I. Dünya Savaşına
katılmamış olmak tabii ki çok daha iyi olurdu. Fakat buna maddeten imkân yoktu.
Çünkü katılmama, silâhlanmış bir tarafsızlığı, yani boğazların kapalı bulundurulmasını
gerektiriyordu. Halbuki vatanımızın coğrafi konumu,
İstanbul'un stratejik durumu, Rusların itilâf hükümetleri
yanında yer almış olması, bizim seyirci kalmamıza kesinlikle uygun değildi.
Bunun yanı sıra silâhlanmış bir tarafsızlığın devamı için paramız, silahımız,
sanayiimiz, kısaca, gerekli araç ve gerecimiz de bulunmuyordu. İtilâf devletlerinin
ve özellikle İngilizlerin para vermemesi bir yana, gemilerimize el koyarak milletin
dişinden tırnağından artırarak biriktirdiği gemi yapımına ait yedi milyon liramızı
zorla alıkoymaları, (Abdulkadir Kemali Bey: Kahrolsunlar) itilâf devletlerinin
savaş ilân etmesi, bizim savaşa katılmamızdan dört ay önce her yönüyle Osmanlı
hükümetinin zararına bir Ermenistan Cumhuriyeti
kurulmasına karar verdiklerini ilan etmiş olmaları ve hatta Bolşeviklerin yayınladığı
gizli antlaşmadan da anlaşıldığına göre, İstanbul'un Çarlık Rusyasına vadedilmiş
olması, savaşa itilâf devletlerine karşı girmemizin zorunlu olduğunu gösteren
açık delillerdir.
Bir de İngiltere
ve Fransa'nın kendisine İstanbul'u vermeyi tasarladıkları Rusya dururken, Balkan
Savaşı uğursuzluğundan sonra milli varlığımız ve askeri değerimize dayanmadan,
milletimizi kendilerine katılmış saysak bile, halkımızın bunu arzuladığını düşünmek
doğru olamaz. Savaşa girmemizi bir hainlik olarak nitelemek ve koca, bir milleti
dört beş kişinin oyuncağı durumuna düşürmek, düşüncemize göre yarar sağlamak
şöyle dursun,, tam tersine düşük Ferit Paşa’nın Paris'te sakat bir düşünce ile
vermiş olduğu Avrupa' dan merhamet dilenen demecine karşılık Clemenseau'nun
cevabı olan hakaret dolu sözlerin, Tanrı korusun, bir kere daha duyulmasına
neden olabilir. Bundan dolayı, mert bir biçimde gerçeği söylemek ve kahramanca
savaşan bu koca. milletin yenik düşmesinin zorunlu sonuçlarına katlanmakla birlikte,
bu olayın cinayet olarak kabul edilmemesi
ve bu yüzden ceza verilmesinin düşünülmemesi kusursuz ve yararlı bir prensip
olarak kabul edilebilir. (Bravo sesleri ve alkışlar)
Savaşa sebep olanlar
hakkındaki konuya gelince; Savaş ilanı sorumluluğu olmayan yüce padişahın yetkisi
olduğuna ve o zamanki bakanlar kurulunun savaş ilânından dört ay sonra toplanan
Millet Meclisi’ne yaptığı açıklamalar üzerine alkışlarla Meclisin güvenini sağladığına
göre, olay Yüce Divan’ın incelemesinden geçmeden, olur olmaz şu veya bunun aleyhine
suçlamalarda bulunmak doğru olmayabilir.
3. Savaş sırasındaki
kötü yönetimlerin açığa çıkarılıp cezalandırılması, vatanımızda sorumluluğun
büyük ve küçük her kişiye dağıtılması ve kanun uygulamalarının tarafsız ve yüce
adalete uygun olarak yürütülmesini sağlamak en büyük dileğimizdir. Fakat biz
bunun, birçok tartışmalara neden olan kâğıt üzerinde, reklam şeklinde yayımlanmasından
çok, fiilen uygulama ile yabancı dostlarımıza gösterilmesini uygun ve yararlı
görüyoruz.
4. Seçim hakkındaki
görüşlerinizi bildiri ile yayımladık ve ilân ettik. Bu hususta akla gelebilecek
başka sorularınız varsa, emirlerinizin bildirilmesini rica ederiz.
Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti adına;
MUSTAFA KEMAL
Efendim! Ali Rıza
Paşa kabinesi ile aranızdaki önemli yazışmalar burada son buluyor. Fakat bu
son günde kabine, heyetimiz ile yakından görüşmek ve ayrıntılar üzerinde anlaşmak
için Bahriye Nazırı (Deniz İşleri Bakanı) Salih Paşa’nın bizimle konuşmasını
uygun görmüştür. Amasya'da kendisi ile görüştük. Salih Paşa hazretleri ile hemen
hemen üç gün üç gece devam eden konuşmamız sırasında az önce açıkladığım kongrelerin
kabul ettiği prensipler ve kuruluş tüzüğünün önemli maddeleri birer birer okundu,
tartışıldı ve tam anlamı ile anlaşma sağladık. Görüşmelerimizde tutanak tutuluyordu
ve bu tutanak Salih Paşa hazretleri ile kongre adına kendileriyle görüşen heyet
tarafından imzalanmış ve uygunluk belirtilmiştir. Bunu aynen okumayacağım. Arz
ettiğim konulardan oluşmaktadır. Bildiğiniz bu maddeler için yalnız Milli Meclisin
onayı gerekmektedir.
Bu görüşmelerin ayrıntılarına girmeyeceğim. Yalnız Salih Paşa hazretlerinin
imza koydukları tutanakta bizim prensiplerimizde yer almayan bir durum kayıtlıdır.
Oraya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Efendiler,
Bu konu, Milli
Meclisin kurulma yeri ve toplanma sorunu idi. Genel durumumuz, İstanbul'un özel
durumu görüşüldü ve tartışıldı. O fıkrayı
aynen okuyacağım.
Bundan sonra Sivas
Kongresi’nin 4 Eylül 1919 tarihli kararlarının kuruluş kısmı ile ilgili on birinci
maddede yer alan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin durumu ile ileriye
yönelik şekil ve faaliyetleri konusu görüşüldü. Bu maddede, milli iradeyi egemen
kılacak olan Milli Meclisin güvenlik ve bağımsızlık içinde yönetim ve denetim
görevini üstlenmesinden ve bu görevin Milli Meclisce onaylanmasından sonra derneğin
durumunun kongre kararı ile tespit edileceği açıkça belirtildi. Burada açıklanan
kongrenin, şimdiye kadar yapılan Erzurum ve Sivas Kongreleri gibi dışarıda ayrı
bir kongre sayılması gerekli değildir. Derneğin programını
onaylayan Milli Meclise, dernek tüzüğünde açıkça
belirtilmiş olan delegelerin de katılmasıyla yapacakları özel toplantı kongre
yerine geçebilir.
Milli Meclisin
İstanbul'da tamamen güvenlik içinde ve bağımsız olarak görev yapabilmesi gereklidir.
Bu günkü şartlara göre bunun ne dereceye kadar sağlanabileceği ayrıntılarıyla
düşünüldü. İstanbul’un yabancıların işgali altında bulunması nedeniyle milletvekillerinin
yasama görevlerini gerekli şekilde yapmalarına pek uygun olamayacağı görüşü
ortaya çıktı. Yetmiş
seferinde Fransızların Liyon'da ve daha sonra Almanların Weimar'da yaptıkları
gibi barış sağlanıncaya kadar geçici olarak Milli Meclisin Anadolu'da, yüce
hükümetin uygun göreceği güvenilir bir yerde toplanması uygun görüldü. Milli
Meclisin toplanmasından sonra, güvenliği ve korunması konusu ortaya çıkacağından
bunun tam olarak sağlanması gereği ile, dernek temsil kurul’unun kaldırılması
ve kurulmuş olan kurumun çalışma hedefi, yukarıda açıklandığı gibi, kongre makamının
yerine geçecek özel toplantıda kararlaştırılacaktır.
Milletvekili
seçimlerinin özgürce yapılalıilmesi gereği, yüce hükümetce
emir buyurulmuş olduğundan seçimlerin yapılmasında dernek temsıl heyetinin en
küçük bir etki veya baskısı bulunmamaktadır.
Efendim, Salih
Paşa Hazretleri tutanağa imza attıktan sonra bu konuda Milli Meclisin toplantısına
İstanbul'dan başka bir yerde olması konusunu bazı bakanların uygun bulacaklarından
emin olmadıklarını; bununla birlikte bakanlar kurulu adına buraya geldiklerini
ve kabine adına bizimle görüştüklerini, onların uygun şekilde davranacaklarını
umduklarını söylediler. Ancak kendilerinin vicdan, akıl ve düşünce yönünden
buna inandıklarını ve bu vicdani düşüncelerini, bütün bakanlar kurulu üyelerine
ve yüce padişaha anlatmaya gayret edeceklerini, eğer bunu kabul ettiremezlerse
ve bu gerçek karşısında da hükümet
Milli Meclisin İstanbul'da toplanmasını emrederse, bu konunun kendileri için
bir onur meselesi olacağından görevlerinden ayrılmak zorunda kalacaklarını söylediler.
Fakat zannederim, kendileri görevlerinden ayrılmamışlardır. Salih Paşanın tahmin
ettiği gibi, kendilerinin İstanbul'a dönüşlerinden sonra bu kez de Harbiye Nazırı
Cemal Paşa tarafından yine kabine adına gelen hir telgrafta olay yeniden konu
oldu. Çok önemli bulduğum için telgrafı aynen okuyacağım:
Mustafa Kemal
Paşa Hazretlerine sunulacaktır.
Bahriye Nazırı
Salih Paşa Hazretleri ile Amasya'da yapmış olduğunuz görüşmelerin iyi bir sonuca
ulaşması Bakunlar Kurulu üyelerince memnunlukla karşılandı. Yalnız, Meclisin
hilâfet ve saltanat başkentinden başka bir yerde toplanması son derecede önemli
ve tehlikeli görüldüğünden bu konudaki görüşümüz aşağıda arz olunur:
İlk olarak Meclis-i
Mebusan’ın İstanbul'da toplanmaınası için gösterilen sebep, başkentte yabancı
devletlerin kara ve deniz kuvvetlerinin bulunması nedeniyle görüşmelerin özgürce
yapılmasının sağlanamayacağı ve bazı milletvekillerin oylarına bile saldırılmasının
mümkün olduğu görüşüdür. (Gülmeler) - ... Bu, bizim görüşümüzdür Bununla birlikte,
İtilâf devletlerinin tümü, meşrutiyet (Hükümdarla
yönetilen bir ülkede hükümdarın başkanlığı altında parlamento yönetimine dayanan
hükümet şekli.)
ile yönetildikleri için, Milli Meclislerin her türlü saldırıdan korunmasının
önemi yanı sıra, böyle bir uygulamanın medeni dünyada ne derece kötü etki yapacağı
gerçeği de kendilerince bilinmektedir. Bu nedenle Meclis-i Mebusanın görüşme
güvenliğinin bozulması mümkün değildir. İtilâf devletleri tarafından kendilerine
karşı davranış yapılması beklenebilecek kişilerin sayılarının aslında pek az
olması nedeniyle, bu kişilerin millet ve devlet güvenliği için bir özveri daha
göstererek milletvekilliğinden istifa etmeleri, bu engeli de ortadan kaldırabilir.
Böyle bir durumun gerçekleştirilmesini, haklı olarak cömert ve saygıdeğer kişiliğinizden
beklemekteyiz.
İkinci olarak,
bu buhranlı ortamda devlet büyükleri ile halkımızın birbirleri ile olan ilişkiyi
sürdürmeleri ve görüş birliği içinde tek bir vücut olarak, yaşamakta bulunduğumuz
tehlikeli durumdan var gücümüzle vatanımızı kurtarmak için çalışmaları gerekmektedir.
Meclis-i Mebusan’ın taşrada toplanması durumunda, bir kısım bakanlık ve hükümet
dairelerinin de oraya taşınması gerekeceğinden, bunun güç ve imkânsız yönleri
bulunmasının yanı sıra, hükümetin taşınması
yolunda bir başlangıç olarak düşünülebileceğini de bildirmeyi gereksiz görüyorum.
Bakanlar ile milletvekilleri birbirleriyle ilişkiyi devamlı olarak sürdürmek
zorınluluğunda bulunanlarından bakanların İstanbul'da, milletvekillerinin taşrada
bulunması mümkün değildir. Hatta toplantı yeri olarak İstanbul'a en yakın olan
Bursa bile seçilse, ulaşım durumuna bakarak düzenli ve zamanında gidip gelmek,
yazıları ve belgeleri getirip götürmek mümkün görülmemektedir. Özellikle Sadrazam
Paşa Hazretleri ile içişleri ve dışişleri bakanlarının Meclis ile devamlı ilişkilerini
sürdürmeleri ve İstatanbul'dan da ayrılmamaları gerektiğinden bu iki zorunlu
durumun bağdaştırılması mümkün değildir.
Üçüncü olarak,
Meclis-i Mebusanın taşrada toplanması İstanbul'dan başka bir merkezin daha kurulması
anlamını taşımasının yanı sıra, İstanbul'un geleceği henüz aydınlanmadığından,
daima gözleme fırsatı bulan düşmanın ve özellikle Venizelos ve buna benzer kişilerin
zararlı propagandalar yapması için de gerekçe oluşturur. İstanbul diğer devletlerin
başkentleri gibi değildir. Yalnız Osmanlıların başkenti olmayıp yüz milyonlarca
islâmın sevgisini belirttiği ve darda kalınca, başvurduğu yer olduğundan, her
ne şekilde olursa olsun başlı başına hükümet merkezi olmak onurunu kaybetmesi
durumunda asırlık Osmanlı saltanatının Avrupa'dan kaldırılarak
bir Asya beyliği haline dönüştürülmesi ile kindarlara ve düşmanlara yeni bir
silâh verilmiş olur. Bunu önlemek için, bütün ülke kuvvetlerinin İstanbul'da
toplanması özellikle bu an için zorunlu görülmektedir.
Dördüncü olarak,
bazı siyasi partiler ile Müslüman olmayan unsurların seçilmesinin tarafsızca
yapılamayacağı düşünülerek seçim lere
girip girmemekte hâlâ kararsız durumda iken, Meclisin Anadolu'da toplanması,
Meclisi Mebusanın sadece milli kuruluş mensuplarına kalacağı fikrini kuvvetlendirir.
Bu nedenle, onlar seçimlere katılsalar bile milletvekillerinin bir kısmının
Anadolu'ya gitmekten kaçınmaları ve İstanbul'da toplanma isteklerini bildirmeleri
de akla gelebilecek bir konudur. Böylece Meclis-i Mebusan’ın ikiye ayrılarak,
her ikisinin de çoğunluk sağlayamadığı duruma gelinir ve alınan kararların gerçek
ve güvenilir olmaması üzücü sonucu ortaya çıkar. Genel ve özel durumumuzu devamlı
olarak inceden inceye araştırma altında tutan ve Türklerin kendilerini yönetmeye
ve zor zamanlarda bile anlaşma yapmaya gücü
yoktur konusundaki düşünceleri için delil aramakta olan düşmanlara kullanılacak
bir koz verilmiş olur. Zaten konferans önüne çıkmamız ve orada iyi bir şekilde
kabul görmemiz, bütün milletin el ele, bir arada olması ve hükümetin
de böyle bütünleşmiş bir topluluğa dayanmasının uygun olacağı açıklama istemeyen
bir konudur.
Meclisin Anadolu'da
toplanacağı söylentisi şimdiden birtakım dedikoducular ve yabancılar tarafından
çeşitli şekilde yorumlara yol açmıştır. Bunun çok tehlikeli sonuçlara ulaşabileceği
konusuna önemle dikkatinizi çekerim.
Harbiye Nazırı
CEMAL
İşte efendiler,
Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin
Milli Meclisin İstanbul'da toplanması gerekliliğine ilişkin öne sürdüğü gerekçe
ve düşünceler bunlardır.
İşte bu görüş,
şahıslarına bile saldırı yapıldığı fikridir ve bizim bütün bu düşüncelere karşı
cevap olarak bildirdiğimiz görüşler de şunlardır:
Bu gün, yüce saltanat
başkentinde Milli Meclisin toplanması fikrini uygun görmeyenler, genellikle
birbirine benzer düşünceler ortaya koymuşlardır. Bizim bunlara 29 Ekim 1919
tarihinde verdiğimiz cevap şöyledir:
Sivas 29 Ekim 1919
Harbiye Nazırı Cemal
Paşa Hazretlerine,
C. 27 ve
28 Ekim 1919 tarihli ve (300, 301) numaralı şifrelere.
Bu gün yüce
saltanat başkenti ve islâm dininin hilâfet merkezi olan İstanbul, düşman donanmasının
topları ve kuvvetlerinin işgali altında, düşman polis ve jandarmasının sorumluluğunda
ve eli altında bulunuyor. Basın,
itilâf devletleri tarafından denetim altında, kişisel hukuk ve sosyal durumumuz
bunların baskısı altında, sayın kabine üyelerine varıncaya kadar giren ve çıkan
herkes yabancılar tarafından inceleme ve denetim altında bulunmaktadır. Tam
anlamı ile saltanat başkenti ve hilâfetimiz kuşatma altında olup bağımsızlığımız
burada manen ve fiilen yürürlükte değildir. Buna, bir de Rum ve Ermenilerin
hükümeti tanımamalarını ve itilâf devletlerine
dayanarak bir çeşit ayaklanma durumunda bulunmalarını ve birtakım bozguncu kuruluşların
yaptıklarını da eklersek, başkentimizin içinde bulunduğu üzücü ve korkunç durumu
tam anlamı ile açıklamış oluruz.
Bundan dolayı,
bütün bu haksız uygulamalar ve bunların ayrıntıları ile bildirilmesi ve açıklanması
sonucunda Avrupa'dan, kamu oyundan, hak ve adalet isteyecek ve kazanılmasını
sağlayacak olan Milli Meclisin İstanbul'da görev yapmasına bizce imkân bulunmamaktadır.
İtilâf devletlerinin
meşrutiyet ile yönetilen birer hükümet
olduğu bundan dolayı Milli Meclisimiz, zararına girişimlerde bulunmayaca,kları
konusundaki görüşünüzü bir iyiniyet örneği olarak düşünmek zorundayız. (Alkışlar)
Ancak Avrupa devletleri, milletimizi meşrutiyeti ve hürriyeti sağlayabilmiş
olgun bir millet olarak kabul etmiş ve düşünmüş bulunsalardı, bu görüş doğru
olabilirdi. Aslında durum, tamamen bir iyiniyetin tersine gerçekleşmiş ve gerçekleşmektedir.
İmzalamış oldukları
ateşkes antlaşması hükümlerine aykırı tutumları ve hükümetin
yargı hakkına saldırıları, bizi insan olarak düşünmediklerine ve verdikleri
söze uymamayı, bize karşı dürüst olmayan bir davranış olarak kabul etmediklerine
bir delildir.
Birkaç kişinin
şahıslarına karşı olabileceği düşünülen işlemlerin nedeni, bu kişilerin Devlet
ve milletin ve saltanat makamı ile hilâfetin bağımsızlığı ve bütünlüğü uğrundaki
uğraşı ve çalışmaları ise, bunlardan başka aynı ruh ve düşüncede bulunan diğer
kişilerin de saldırı hedefi olmayacağını kestirmek ve güven vermek kesinlikle
mümkün olamaz. Bundan dolayı bu durum bütün Milli Meclise karşı da gerçekleşebilir.
Aslında yukarıda
ayrıntılarıyla anlattığımız gibi, İstanbul işgal altındadır ve tehlike fiilen
mevcuttur. Milli Meclisin ise kesinlikle güvenlik içinde bulunması önşarttır
va önemlidir. Bu nedenle taşrada tam güvenlik içinde bulunan bir yerde toplanılması
kesin olarak zorunlu görülmektedir.
Meclisin tolanması
ve barışa kadar geçici olarak taşrada toplantılarını sürdürmesi durumunda, açıkladığınız
gibi bakanların bazılarının ara sıra veya sürekli olarak İstanbul'dan ayrılmaları
gerekmez. Bazı bakanların gidip gelmeleri veya yetkili bırakmaları kesinlikle
hükümet merkezinin taşınması
anlamına gelmez. Bundan başka, Milli Meclisin taşrada toplanması kesin bir zorunluluğa
dayandığından, İstanbul'dan başka bir merkez daha kurulması anlamına da gelmemesi
gerekir. özellikle geleceği şüpheli olan İstanbul yerine geleceği bilinen ve
güvenliği tam olan bir yerden kurtarma çalışmalarının yapılması amaca daha uygur
olur. Venizelos'un Atina'yı emin bulmadığı için bakanlar kurulunu bile Selânik'te
oluşturması ve kurması sonucu Yunan başkentini tehlikede bırakmak yerine kurtardığı,
bazı olaylarla ispatlanmıştır. Ferit Paşa’nın Sadrazam
ve Dışişleri Bakanı iken Avrupa'da aylarca kalması hükümet
tarafından sakıncalı görülmediğine göre, bu derecede önemli biı durumda hükümet
üyelerinin gerektiğinde Milli Meclisin bulunacağı yere gelip gitmelerinde hiçbir
engel olmayacağı açıktır. Bu toplantının İstanbul dışında olmasından dolayı,
Venizelos ve buna benzer düşmanların propagandada bulunacakları pek tabii görülmektedir.
Çünkü bu toplantının kendi zararlarına olacağını şimdiden kestirmekte oldukları
şüphesizdir. Salih Paşa hazretleri ile bu konuda görüşeli iki gün olduğu halde,
haberin memleket içinde anlaşılmasından önce yabancı yerlere ulaşmış olduğu
anlaşılıyor. Aynıgörüşten hareket ederek, bunun da pek tabii olduğu söylenilebilir.
Her halde yabancıların, milletimizin düşüncelerini anlamak konusunda, inceden
inceye araştırma yapmakta oldukları kesindir. Meşruiyetini ve hukukunu anlamış
olan hiçbir milletin, düşman içinde, düşman baskısı altında kendi hukukunu korumak
üzere toplanmak isteyeceğini kabul etmek doğru olamaz. Bu gün İstanbul'da toplanmayı
istemek bütün ülke kuvvetlerini burada bir araya getirmek, bu kuvvetleri kıpırdayamaz
hale sokmak, sonuçta intiharı amaçlamak demektir. Bundan başka, Milli Meclisin
bu durum altında başkentte toplanması, milletin İstanbul'un işgal altında bulunmasını
ve bunu gerçekleştirmiş olanların haksızlıklarını aynen kabul etmesi demektir.
Bununla birlikte, Anadolu'da toplanması aynı zamanda başkentin üzücü durumunun
dünyaya karşı açıkça ve eyleme dönüştürülerek kınanması yararını sağlar.
Yüce Halifenin
İstanbul'da bulunmaları göz önüne alınsa Meclisin taşrada bulunması nedeniyle
hilâfet makamı için islam dünyasının gözünde bir değişiklik ve ters tepki olamaz.
Çünkü Milli Meclis milletimizi temsil eden kuruluştur. Hatta açılış için yüce
padişahın bir vekil yollamaları da mümkündür. Hem bu şekilde islâm dünyası Milli
Meclisin hilâfet merkezinde toplanmaya cesaret bulama dığını görerek bu kutsal
makamın düşman tehlikesi altında bulunduğunu hissedecektir ki, bunun yararı
açıktır.
Müslüman olmayan unsurlara gelince,
bunlar daha Tevfik Paşa kabinesi zamanında seçimlere katılmayacaklarını ilân
etmişlerdi. Bunların katılmamaları kendi zararlarından başka bir sonuç doğurmaz.
İnşallah, vatan ve millet bağımsızlığını
kazanınca ister istemez aynı , haklara sahip Osmanlı vatandaşı olarak oturmaya
mecburdurlar.
Siyasi partilerimizden
bazılarının Anadolu'yu istememeleri tabii olarak milli kuvvetlerin etkisi altında
kalmak korkusundan olacaktır. Halbuki milletin asıl büyük çoğunluğunu temsil
eden milliyetçi milletvekilleri de İngilizlerin etki ve baskısı tehlikesi nedeniyle
İstanbul'u istemeyeceklerdir. İstanbul'un çıkaracağı belirli sayıdaki milletvekillerinin
önemli bir kısmı, hiç şüphesiz milletle beraber olacağına göre taşraya geleceklerdir.
Hatta hiç gelmeyeceğini düşünsek ve meclisin ikiye ayrıldığını kabul etsek bile
oy çoğunluğunun İstanbul'a mı, yoksa taşraya mı ait bulunacağını tabii şimdiden
kestirmek mümkündür. Aslında bu gibi şüphe ve kararsızlığa düşecek milletvekillerinin
vatan ve millet uğruna istifa ederek özveri gösterecekleri umulmalı ve beklenmelidir.
Aydın kesiminde seçimlerle ile ilgili olarak yapıldığı bildirilen yakınmalar
Yunan işgali altındaki yörelerde yapılıyor ise, bunun Rumlar tarafından düzenlendiğinden
hiç kuşkumuz yoktur ve bu, çok doğal görülmektedir. Haksız işgal olunan bu sevgili
ilimizin Milli Meclise milletvekili gönderebilmesi özel dileğimizdir. Böylece,
millet fiilen işgali tanımadığını ve bu zengin topraklardan ayrılmaya asla razı
olmadığını dünyaya ispat etmiş olacaktır. Buna hükümetin
de resmen destek olması İzmir, Adana, Musul illeri ile Maraş, Antep, Urfa sancaklarına
resmen seçim için kesin emirler vermesini siyasi durunun gereği olarak görüyoruz.
Kurulumuzun verdiği sözü tutan kişilerden oluştuğuna güven duymanızı özellikle
rica ederiz. Daha anlaşma yapıldığı gün, bunu bütün benliğimiz ile destekleyeceğimizi
ve yardım edeceğimizi arz ederek söz vermiş, durumu bütün milletimize bildirmiştik.
Aradan yirmi beş gün geçti. Bu süre sırasında bütün çalışma ve davranışlarımızla
hükümet görevlerini kolaylaştırmaya, hükümet
kuvvetlerini yüceltmeye çalışıyoruz. Buna karşılık kabinenin hâlâ özel tasarımızdan
kuşku duyması ve uygulamalar için adım atmamış bulunması, üzüntülerimize sebep
olmaktadır. Milli kuruluşumuzun amacının kanunlara uygunluğunu kabul ederek,
gereğine uyularak yönetilmesini üstlenen hükümetin, kuruluşumuzu lağvedeceğini
ve tüzüğünde açıkça belirtilen temsil heyetimizin şimdiki çalışma düzeninin
değiştirilmesini isteyeceğini tabii ki aklımızdan geçirmiyoruz. Bu durumda nasıl
direnme ve yardım istenebilir? Bu kanunun açıklığa kavuşturulmasını rica ederiz.
Tam tersine, Temsil
Heyeti, Ferit Paşa Kabinesi’nin yapmış olduğu haksızlıkların düzeltilmesi konusunun
halâ ele alınmadığını görmekle üzgün bulunmaktadır. Milli Meclis konusunda Temsil
Heyetimizin görüşünü yukarıda belirtmiş bulunuyoruz. Bununla birlikte, tutumumuzu
milletin kamu oyu üzerine dayandırmak bizlerce genel kural olduğundan; bütün
il merkezleri heyetlerinin bu konudaki görüşü de ayrıca sorulmuştur. Sonuca
göre davranacağımız tabiidir, efendim.
Temsil Heyeti
adına
MUSTAFA KEMAL
Bizim bütün bu
düşüncelere karşı cevap olarak bildirdiğinin görüşler şunlardır: Bu gün
yüce saltanat başkenti ve Milli Meclisin İstanbul'da toplanması fikrini kabul
etmeyenler de hemen hemen genellikle aynı noktaya dayanarak düşüncelerini bildirmişlerdir.
Bundan sonra Rıza Paşa kabinesi görüşünde ısrar etti. Bu düşünce o zaman yalnız
bizim heyetimizin görüşü idi. Bu konu, kesin olarak kabul edilmiş bir karar
şeklinde değildi. Onun için çeşitli araçlarla bütün milletin düşünce ve eğilimini
anlamaya çalışıyordum. Burada olduğu gibi durumu açıkça belirterek sorduk: «
Toplanma yeri neresi olmalı? »
Gelen cevaplarda her yörede özel olarak durum anlaşılmıştı. Gerçekten İstanbul'da
toplanmanın büyük bir felâket getireceği herkes tarafından açıkça söylermişti.
Ancak ortada bir konu vardı, o da hükümet
kanadının bunu uygun bulmaması. Milli Meclisin, Milli Meclis olarak Anadolu'da
daha güvenceli bir yerde toplanabilmesi, tabii ki, hükümetin uygun görüşü ile
durum’un yüce padişaha arzına ve böylece alınacak yüce emre bağlı bulunuyordu.
Milletvekilleri dışarıda toplanır, Ayan oraya gelir ve Milli Meclis olarak bir
araya gelir. İşte bu olmadıkça Milli Meclisin, Milli Meclis olarak toplanmasına
maddeten imkân kalmamıştır. Bu konu bizim için son derecede önemli olduğu için
arz ettiğim gibi halkın düşüncelerini öğrenmekle birlikte, Sivas'ta yetki sahibi
bazı kişilerle, üzellikle bütün komutanların katılmasıyla olağanüstü bir toplantı
yaptık. Ayın sonuca vardık. Bu sonuca göre
bir Şer vardı. 0 da milletvekillerinin tümünün aynı kanı ile durumu tehlikeli
görüp kendiliğinden dışarda bir yerde toplanmaları ! Tabii ki bu topluluk Milli
Meclis olamazdı.
Belki bir millet
meclisi olurdu. O nitelikte olmamakla birlikte, boyle basit bir kongre halinde
toplanmış olsa bile yapabileceği görevden daha büyük görevi yapmış olacaktı.
Benim düşünceme göre milletvekilleri İstanbul'a gitmeselerdi, Meclisi Mebusan
orada toplanmasaydı, dışarıda güvenceli bir yerde toplanıp orada bütün ülkeyi,
bütün milletin başkentinin geleceğini konuşmuş olsaydı, İstanbul işgal olunamazdı.
İstanbul'un işgaline
tek neden hükümetin
birtakım saçma ve köksüz görüşlere saparak zaaf göstermiş olmasından kaynaklanmaktadır.
Milli Meclisin dışarıda toplanması gerekliliği ve zorunluluğunu anlatmak konusunda
da başarılı olamadıktan sonra artık görüşlerimizi bildirmekten vazgeçtik. Yalnız
yine birçok felaketlerin ortaya çıkacağına olan inancımız sürdüğünden bazı önlemler
alarak vatan görevimizi gerçekleştirmeye çalıştık. Önerilerimiz hepinizce bilinmektedir.
Hiç olmazsa milletvekilleri İstanbul'un o zehirleyici çevresine, havasına girmeden
önce dışta birbirleriyle görüşsünler, tanışsınlar ve birbirlerine düşüncelerini
söyleyerek aydınlatsınlar. İşte biliyorsunuz, bu amaçla Erzurum'da, Trabzon'da,
Samsun'da, kısacası çeşitli merkezlerde, bölge bölge, milletvekillerinin toplanmasını
çok rica ettik. İstanbul'a gidecek milletvekillerinden de mümkünse düşüncelerimizi
karşılıklı söylemek üzere Ankara'ya gelmelerini istedik. Bu önerilerimizin
hem birincisi ve hem de ikincisi kısmen oldu, buraya gelen saygın milletvekilleriyle
karşılıklı düşüncelerimizi anlattık, bütün tehlikeli olabilecek durumlar konuşuldu
ve geleceğe ait bazı önlemler de düşünüldü. Hatırladığıma göre her şeyden önce
Meclis-i Mebusanda bir grup kurmak gerektiği şart olarak düşünüldü. Çünkü milletvekillerinin
genel kurulu dayanışma içinde bulunmazsa hiçbir amacın savunulması ve korunmasına
imkân kalmazdı. Yine burada görüldüğü gibi, kurulması düşünülen grup bütün anlamı
ve görünümüyle Kuvay-i Milliye’ye dayanacaktır. Bütün dünya da bunu bilecektir.
Milletin gücüne dayanmayan milletvekilleri hiçbir kimsenin gözünde güvenilir
kişiler olamaz. (Sürekli alkışlar) .
Burada toplantıya
katılan arkadaşlarımız bu gereği tümüyle kabul etmişler ve bu fikirle İstanbul'a
gitmişlerdir. Fakat uzaktan gördüğümüze göre bu kararda kesinlikle direnmemişlerdir.
Direnmeyişlerinin nedeni de arz ettiğim gibi görünüşte Kuvay-i Milliye ile ilişkili
kabul edilmelerindendir. Her iki tarafa yönelmiş bir cephe nasıl olur?
Efendiler, yurt
dışında bu milletvekillerinin milli teşkilât ile yeterince ilgili bulunmadıkları
kararına varıldı. Bu durumda ya milli teşkilât yoktur ya da zayıftır. Milli
teşkilât varsa, ya korkulacak bir şey değildir ya da bu milletvekilleri ile
onun ilgisi yoktur. Bu
nedenle her iki durumda da bir güçsüzlük gözlenmiş oldu. Kuvay-i Milliye de
önemsenmedi işte düşmanlarımız bundan son derecede cesaret aldılar. Artık Kuvay-i
Milliyeden ve Meclis-i Mebusanı oluşturan sayın kuruldan korkuları kalmadı.
Efendim, son bir bölüm daha var izin verir misiniz ?
Sayın arkadaşlarımız,
İngilizlerin varlığımızı yok etmek için uyguladıkları gizli ve kirli sonsuz
yöntemleri bulunduğunu: hepiniz bilirsiniz. işte bu söylediklerimizle ilgili
olarak İngilizler, İstanbul'da yasama organımıza saldırı hazırlığı olmak üzere
daha önce, bakanlar kuruluna saldırıya geçmeyi tasarlamışlardı. Bu davranışın
en açık delili Harbiye Nazırı olan Cemal Paşa ile Genelkurmay Başkanı olan Cevat
Paşay'a karşı yaptıkları saldırı idi. Hepinizin bildiği gibi, İngilizler bu
iki kişinin milletin, yararına uygun olan çalışma ve davranışlarının kendi yararlarına
uygun olmadığını görerek bunları düşürmek istediler. Ve aynı istekle yüce Osmanlı
devletinin hükümetine
de bir darbe vurmayı amaçlayarak Ali Rıza Paşa Kabinesi, uzun bir kararsızlık
devresinden sonra nihayet İngilizlerin isteğini yerine getirmeye yöneldi ve
sonuç olarak Cemal Paşa, Cevat Paşa görevlerinden alındılar. O zaman gönül isterdi
ki, Ali Rıza Paşa hazretleri ortaya çıkan bu yabancı saldırıya karşı bütünüyle
hükümeti ayağa kaldırsın, tepki gösterip
olay yaratsın. Oysa her zaman olduğu gibi, kabinemiz kuruntuya düşme ve işi
idare etme politikasına daha çok önem verdi ve düşmanın arzusunu yerine getirerek
olayı kapattı. Bunun ardından İngilizler görünüşte tatlı, kamu oyunun gönlünü
alacak bir genelge sundular. İngiliz siyasi temsilcisi, İngiliz Dışişleri Bakanlığı
adına hükümetimize bir nota verdi. Notada
şöyle deniliyordu: önce, itilâf devletlerine karşı başlatılmış olan ve Yunanlıları
da içeren eylemleri durdurunuz. lkinci olarak, Türkiye'de Ermenilere karşı yapılan
soykırımdan vazgeçiniz. işte bu iki önerimizi yerine getirmeniz durumunda İstanbul
size bırakılacaktır. Bu iki istek dikkate alınmazsa, barış şartları kötü biçimde
etkilenmiş olacaktır.
Efendiler, bu,
tabii ki çok haince ve samimiyetten uzak bir istek idi. Çünkü her iki öneride
de, gerçekte yeri olmayan konular üzerinde duruluyordu. Birincisi Yunanlıların
da içinde bulunduğu İtilâf hükümetlerine
karşı eylemde Bulunmamak, saldırıya geçmemek önerisi. Zaten böyle bir şey olmadı.
Gerçi Yunan cephesinde, İzmir cephesinde, silâh ve mevzilenmiş birtakım kuvvetler,
milli kuvvetler vardı, fakat bu, devlet kuvveti, hükümet
kuvveti, ordu kuvveti değildi. Bu, Yunanlıların, ateşkes hükümlerine uymayan
davranışları ve insanlığa karşı dünyada eşine rastlanmayacak biçimde zulmederek,
facialar yaratmalarına karşın devletin koruyuculuğundan yoksun olan milletimizin
kendi namusunu, onurunu korumak ve kollamak için silâha
sarılmak zorunluluğundan kaynaklanıyordu. İtilâf devletleri bu masum islâm halkının
korunmasından söz etmemişlerdi. Sadece onlara saldıran kuvvetin önüne set çekilmemesi
gerektiğinden söz edilmişti. Diğer yörelerde bile itilaf devletlerine hiçbir
saldırı yapılamamıştı. Bu nedenle, sözkonusu isteğin asıl içyüzü düşünüldüğünde
bunun gerçekten uzak olduğu görülür. iktidardaki hükümet,
doğal olarak buna cevap verebilecek kuvvete, kudrete ve yetkiye sahip bulunuyordu.
Bu olayın tek ve en kesin çözümü, itilâf devletleri tarafından Yunanlılara,
islâm hayatına ve milletin şeref ve namusuna saldırıda bulunmamalarının önerilmiş
olması idi. İkinci istek ise, ülke içinde soykırım yapılmaması ile ilgiliydi.
Ermenilere karşı böyle bir tutum yoktu ve olay doğru değildi. Ülkemiz gerçeklerini
hepimiz biliyoruz. Hangi yörede Ermenilere karşı soykırım yapılmıştır veya yapılmaktadır?
Genel savaşın başlangıcından söz etmek istemiyorum. Aslında, itilâf devletlerinin
de bahsettikleri doğal olarak geçmişe ait durumlar değildir.
Bu gün ülkemizde faciaların yaşandığı savunularak, bundan vazgeçmemiz isteniyordu.
Kuşkusuz Ali Rıza Paşa Kabinesi bu önerilere cevap ermiştir. Ancak yine Ali
Rıza Paşa Kabinesi’nden olan bakanlar kendi üyelerine, kendi memurlarına, kendilerine
bağlı olanlara İngilizlerin umut verici güzel sözlerini önsöz yaparak bu iki
isteği aktarmış ve sonuç olarak yapılması istenmeyen davranışlardan vazgeçilmesini
bir genelge ile duyurmuşlardı. Bu işlem, hiç şüphesiz kötü niyetle yapılmış
değildir. Fakat sorun, olayın anlatım şeklini bilememekten kaynaklanmıştır.
Tabii ki, hükümet yetkililerinin yayımladığı bu genelgeler, düşmanlarca öğrenilmiştir.
Bunların yayımlanması kesinlikle isteğin gerçek olduğunu kabul etmek değildi.
isteklerine bu kadar uygun davranılmasından da İngilizler yeterince tatmin olmadılar.
Bundan kısa bir süre sonra, Ali Rıza Paşa kabinesine Yunanlılar karşısında bulunan
kuvvetlerin geriye çekilmesi önerisi yapılmıştır. Hepimizin bildiği gibi, milli
hattına çekilmek konusu Ali Rıza Paşa, böyle bir öneriyi
gerçekleştirilmesi mümkün olmayan bir konu olarak gördüğü için ve belki başka
nedenlere de bağlı olarak, bu baskıyı gerekçe göstererek görevinden ayrıldı
istifa etti.
Ali Rıza Paşa
Kabinesi 23 Mart 1920 günü istifasını verdi. Böylece, kabineye oy birliğine
yakın bir çoğunlukla, güven oyu vermiş olan Meclis-i Mebusanın, bağımsızlıkla
ilgili çalışmalarını yürütme kudretini kaldırmak ve milli istekleri gerçekleştirme
yeri olan Milli Meclisi, herhangi bir şekilde barış üzerinde etkili olamayacak
bir şekle dönüştürmek amacı açık olarak anlaşılıyordu. Bundan dolayı bütün millet
bu durum karşısında, milletvekillerinin güvenine sahip olan Ali Rıza Paşa Kabinesinin
istifasını ölçülü bir şiddetle ve ülkemizde pek az görülen bir birlik ve coşku
ile protesto etti. Padişahlık makamına ve Meclis-i Mebusan’a, Anadolu'nun en
uzak köşelerinden protesto telgrafları çekildi. Düşmanların bütün çalışması,
barış esaslarının kararlaştırılacağı şu sıralarda memleketimizi dışarıda ve
içeride güçsüz bir durumda bırakarak istedikleri
her şeyi bize kabul ettirmeyi amaçlıyordu.
Şöyle ki:
İzmir olayını
yerinde inceleyen ve Anadolu'nun çeşitli yerlerinde inceleme ve araştırma yapmak
için geziler yapan bütün Amerikalı ve Avrupalı kişiler ve heyetler daima lehimize
düşüncelerle dolu olarak ülkelerine dönmüşlerdir. Bu kişiler ve kurullar Avrupa
ve Amerika kamu oyunda çeşitli araçlarla ülkemiz aleyhine yapılan kışkırtıcı
propagandalara karşı üstünlük sağlamışlarsa da, barış için kesin kararların
belirlenmesini üstlenen barış konferansı çerçevesi içinde çok az etkinlik taşıyan,
gerekli önemli vurgulayamayan bir durum yaratmışlardır. İşte böylece, geleceğe
yönelik çıkarlarını, çeşitli baskılarla bütün dış ülkeleri aleyhimize çevirmekte
gören bazı kuruluş ve unsurlar ise, tarafımıza yöneltilen bu akımı temelinden
yıkmak ve bütün dış ülkelerin milletimiz lehine, düşüncelerinde değişiklikler
olmasına fırsat vermemek için, tümüyle yalan olan en son Ermeni soykırımı uydurmasını
düzenlediler ve açıkladılar. Aslında pek az ve basit yalanlama araçlarımız
olan gazetelerimize de, son derecede etkin bir sansür uygulayarak hiçbir araçla
medeni dünyaya karşı haklarımızı korumamıza imkân tanımadılar. Böylece, insanlık
hukukunun kutsal kuralı olan kendi kendini koruma hakkından da milletimizi tümüyle
yoksun bırakarak, kamu oyunu ve dünya milletlerinin fikirlerini harap durumdaki
ülkemiz ve ezilmiş milletimizi birçok suçlamalarla lekeleyerek büyük çapta etkilediler.
Ülkemizin dış
ülkelerdeki onurlu durumu ve hakları, çeşitli araçlarla dünya kamu oyu önünde
küçük duruma sokulduktan sonra, sıra iç yönetimimize geldi. Meclis-i Mebusan’ımızı
hor görerek kapatmak; ülkemizi, benzeri görülmemiş zorba bir yetki ile bütün
dünya sorunlarını kendi isteklerine göre düzenlemek isteyen barış konferansının
zalim kararlarını kabule zorlamak bunlar arasındadır. İşte Ali Rıza Paşa kabinesi
bu çapraşık dış çabalar sonucu, yabancıların eline düşürülmüş oldu.
Düşük kabinenin
geçici olarak görev yaptığı buhranlı günlerde, Ferit Paşa’nın padişah huzuruna
kabul edilerek saatlerce görüşme yapmış olmasına bakılarak milli amaçları yıkacak
karşı bir kabinenin iş başına gelmesinin konuşulduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır.
Böyle bir kabinenin iktidara gelmesi sonucunda ortaya çıkacak durumu anlamak
güç değildir.
Milli iradeyi
tek meşru gerçekleştirme yeri olan Meclis-i Mabusan’ımızın yasama yetkisinin
sağlamlaştırılması için millet içinden kaynaklanan coşku ve kınamalar gerçekleşmiş
ve bu konu yeni kabinenin milli amaçlara karşı olan kişilerden kurulmasını önlemek
için Meclis Başkanlık Divanı’nın Padişah huzurunda yapılması ile ilgili girişimleri
kolaylaştırmıştır.
İşte Salih Paşa
Kabinesi bu şartlar altında kurularak göreve başlamıştır.
İngilizler, bir
yandan dış durumumuzu yeni toplu öldürme iftiraları ile sarsarak, diğer yandan
da kabineyi, Meclisi Mebusanımızın çalışmalarına engel olmak konusunda kışkırtarak,
içişlerimizde çok tehlikeli bunalımlar yaratacak biçimde çalışarak, tasarladıkları
İstanbul işgalini kolaylıkla uygulayabilecek bir ortam hazırlıyorlardı. Bunun
bizim elimizde bulunan ilk delili, daha Ali Rıza Paşa Kabinesi'ni düşürmeyi
tasarladıkları sıralarda bir yandan da İstanbul işgaline hazırlık olınak üzere
Anadolu telgraf kuruluşu hakkında etüt yapmaları ve posta - telgraf genel müdürünü
ziyaret ederek Anadolu telgraf merkezleri hakkında incelemelerde bulunmaları,
resmi telgraf haritalarını genel müdürlükten istemeleri ve almalarıdır.
İngilizler, 12
Martta telgraf sınırlarımız hakkında tekrar araştırmalarda bulunmuşlardır. Telgraf
görüşmelerinin durdurulması için İstanbul'da yapılacak uygulamaya karşı gerekli
önlemlerin alınması, Temsil Heyetimizce düşünülmüştür. İstanbul'dan alınan 11
Mart tarihli şifrede inanılır bir kaynaktan alınan bilgiye dayanılarak İstanbul'daki
arkadaşlarımın tutuklanacağı bildiriliyordu. Aynı gün (Ankara'daki İngiliz temsilcisi
Withall'in İstanbul'a hareket edeceği ve bundan sonra trenlerin işletilmeyeceği)
öğrenilmiş ve gerçekten Withall ertesi gün Ankara'dan ayrılmıştı.
Fransız temsilcisi
(Duvazo da ayrılmış ve Konya civarındaki italyanların da İstanbul'a gideceği
haber alınmış olduğundan İstanbul ile ilgili kötü niyetin belirtileri açık bir
biçimde hissedilmeye başlanmıştı. Durum, tarafımızdan şu biçimde değerlendirilmiştir.
İtilâf devletleri bir yandan telgraf bağlantımızı incelerken bir yandan da Anadolu'daki
çeşitli subaylarını ve kuvvetlerini İstanbul'a çağırıyor, aynı zamanda Anadolu'nun
tren bağlantısını kesmeye hazırlanıyor ve Meclis-i Mebusan’da milletimizin hukukunu
koruyan arkadaşlarımızı tutuklamayı tasarlıyorlar. Bu duruma göre çok
yakında olağanüstü olaylar beklenebilir.
Sezgimize göre
İstanbul'da yeni bir durum oluşturmak Anadolu telgraf görüşmelerine el konabilir.
Meclisteki milliyetçi kişileri tutuklayacaklar. Kara ve denizden Anadolu ulaşımını
keserek genel nitelikte bir (Blows) kuşatma gerçekleştirilmiş olacak. Milletin
şiddetli coşkusu karşısında iktidara getirmeyi başaramadıkları Ferit Paşa kabinesini
bu yolla iktidar makamına getirerek istek ve amaçlarını gerçekleştirecekler
ve belki de olumsuz bir biçimde açıklanmada bulunan barış şartları hükümete
bildirilecek ve bu şiddetli baskı altında ya Anadolu'nun parçalanmasını bekleyerek
bu acıklı durumu devam ettirecekler ya da İstanbul ve çevresine yığdıkları İngiliz,
Fransız, Yunan kuvvetleriyle kuzeyden, izmir cepnesindeki Yunan ordusuyla batıdan,
Adana'daki Fransız kuvvetleri ile de güneyden kuzeye saldırı düzenleyerek ve
belki de bir kısım kuvvetlerle de Karadeniz sahillerinden güneye kuvvet kullanarak
amaçlarını gerçekleştirmek isteyeceklerdir.
İşte bu düşünceye
dayanarak her türlü
önlem alındı ve İstanbul'daki arkadaşlar Anadolu'ya gelmeye özendirildi.
16 Mart 1920 saat
10'dan önce İstanbul telgrafçılarından (adını şimdi söylemeyeceğim) vatansever
bir kişinin Ankara'da Ziraat Okulundaki merkezimize gönderdiği telgraf, İstanbul
işgalinin kanlı bir biçimde başladığını bildiriyordu. İstanbul merkezinden,
Harbiye telgrafhanesinden ve telgraf aleti başındaki birçok vatansever memurlardan,
birbirini izleyen çeşitli telgraflar alıyorduk. Saat 11'e kadar toplanan bilgileri
derhal bir genelge ile duyurduk.
Bu saatten sonra
artık İstanbul'la görüşme kesilmiş, başkentin beklenen durumu ve Anadolu'nun
hali göz önünde tutularak gerekli önlemlerin alınmasının sırası gelmişti. Alınan
başlıca önemli önlemler aşağıda belirtilmiştir:
İzmir cephesinin
arkasını zorlayan Biga yöresindeki Anzavur'un eylemleri için kuvvetli bir destek
oluşturan ve büyük bir ihtimalle İstanbul'dan Anadolu'ya yapılacak itilâf kuvvetleri
asker taşımacılığını gerçekleştirmek ve korumak görevini üstlenen Eskişehir
ve Afyon Karahisarda'ki İngiliz kuvvetlerinin silâhtan arındırılması.
İstanbul'daki yabancı baskısı karşısında parlayacak olan Anadolu düşüncesine
baskı yapmak ve korkutmak üzere İstanbul ve Kilikya'dan gönderilebilecek düşman
asker sevkiyatına imkân tanınarak ve Anadolu'daki önemli yerlerin kuvvetli bir
işgal ve istilâ tehlikesi ile karşı karşıya kalmasını önlemek üzere Geyve ve
Ulukışla civarlarında demiryolunun kullanılamaz duruma getirilmesi.
Telgraf merkezleri İngilizlerin eline geçtiği için İstanbul'dan gelebilecek
herhangi bir bildirinin meşru bir makamdan verilmesine imkân kalmadığın'dan,
İngiliz bildirileri ile halkın anlayışının karmakarışık duruma düşürülmesini
önlemek amacı ile, telgraf görüşmelerinin kesilmesi konusunda mülki ve askeri
makama gerekli bildirimin yapılması.
İlk önlemlerimiz
içinde mali konuları içeren başlıca noktaları da ihmal etmedik. Bununla ilgili
olarak Anadolu'da bulunan resmi ve resmi olmayan bütün mali kuruluşların ellerinde
bulunan nakit veya nakit yerine geçecek eşya miktarlarını illerden sorduk ve
hiçbir kurumdan İstanbul'a para gönderilmemesi gerektiğini bildirdik. Diğer
taraftan telgraf görüşmelerinin denetimi, limanlardan ve içten gelecek kişilerin
araştırılması ve şüphelilerin izlenmesi, postahanelerde şüpheli mektupların
açılması gibi gerekli olan önlemler aldık ve gerekli yerlere bildirdik.
Bu arada, çeşitli
haberleşme araçlarının ve Anadolu'ya gönderilmeleri umulan, amaçları her çeşit
yalan haberleri yaymak ve kargaşalık çıkartmak olan zararlı kişilerin milli
dayanışmayı bozacak uğraşlarını engellemek için elden gelen çaba gösterildi.
İstanbul'da yapılan
tutuklamalara karşılık olmak üzere Anadolu'daki İtilâf devletleri subaylarının
tutuklanması gerekiyordu. Göz önünde bulunanların tutuklanması için gerekli
yerlere emir verdik.
İstanbul'da telgraf
görüşmeleri konusunda alınan önlemlerin gerekli olduğunu gösteren İngiliz girişiminin
ortaya çıkması gecikmedi. 16 Mart 1920 saat 11'den sonra İstanbul telgrafhanesi
Ankara merkezine bir resmi bildiri vermek istiyordu. İstanbul merkezinde telgraf
başında bir İngiliz subayı bulunuyor ve bütün Anadolu'ya bu bildiriyi yayımlamaya
çalışıyordu.
Bu bildirinin,
milli teşkilât kurucularını halk önünde ittifakçılıkla suçlayarak Anadolu'da
bir anlaşmazlık ve ikilik yaratmak ve İstanbul'un fiili işgalini geçici göstererek,
hilâfet hakları ve saltanata indirilen
darbenin feci durumunu saklamak ve sonuç olarak bütün saldırıyı milletimize
olağan olarak kabul ettirmek amacı ile düzenlendiği anlaşılıyordu. Bu bildirinin
imzası, itilâf devletleri temsilcileri
olarak verildi. Memleketimizdeki düzen ve birliği bozacak, zayıf karakterli
bazı insanları kandıracak ve korkutacak nitelikteki bu resmi bildirinin Anadolu
telgraf merkezlerince kaydedilmemesi için mümkün olan önlem alındı. Bunun ardından,
şüphesiz İngilizlerin baskısıyla hükümetin
yazdığı İstanbul işgalindeki geçici durumun devamına neden olmamak için ülke
içindeki sükünetin korunması gerekliliğini
belirten bir resmi bildirinin de İstanbul'dan Anadolu'ya geçirilmesi için girişimler
tespit edildi ve yine aynı sakınca nedeniyle bunun gerçekleştirilmesi önlendi.
İngilizler, Anadolu halkının fikrini bulandırmak için giriştikleri işbu resmi
bildiri oyununda başarılı olamadıklarını görünce, Anadolu'nun İstanbul faciası
karşısındaki ağır başlı ve ölçülü kararlılığını ve kahramanlığını bozarak, zararlı
kötü düşüncelerinin yayımlanmasını sağlamak için tren, telgraf hatlarını aracı
yapmayı denediler. Ankara istasyonundaki telgraf merkezinde çalışan bir İtalyan,
İngiliz resmi bildirisinin Fransızca bir kopyasını aldığının duyulması üzerine
yakalandı ve elindeki telgraf geçersiz sayıldı.
Anadolu'da yerleşmiş
Ermenilerin ve Rumların hükümet
emirlerine ve milli amaçlara karşı gelmedikçe her türlü saldırıdan korunmaları
ve tam anlamı ile mutlu ve rahat bir hayat yaşamaları öteden beri kabul edilmiş
bir ana konu idi. Kilikya ve dolaylarında ve doğu hududumuz dışındaki resmi
ve resmi olmayan Ermeni kuvvetlerinin dindaş ve ırkdaşlarımıza karşı yapılan
cinayete varan saldırıları karşısında bile, ülkemizde yaşayan Ermenilerin her
türlü taarruzdan korunmasını sağlamayı pek önemli bir medeni görev kabul ettik
ve Anadolu'nun dış dünya ile ilişkisinin kesik olduğu bu günler de yüce vatan
çıkarlarını amaçlayan önlemler içinde Ermeni halkının esenliğinin korunması
gerekliliğini bütün makamlara bildirdik.
İşte, İstanbul'un
yabancı kuvvetlerce işgalinden bu güne kadar geçen acı günlerinde hiçbir dış
ülkenin fiili korumasına erişemeyen Anadolu Ermenilerinden hiçbir kişinin, en
küçük bir anlamda bile, saldırıya uğramamış olması, bize her nedenle cinayet
yükleyen ve duyarlılığı kendi tekelinde sanan entrikacı Avrupalıların yüzlerini
kızartacak ve milletimizin yaradılışından sahibi bulunduğu insanlık törelerinin
yücelik derecesini ispat edecek çok önemli bir konudur.
İstanbul işgalinin
bu gün memlekette neden olacağı durum, aldığımız geçici önlemler ile geçiştirilecek
bir nitelikte olmayıp, bu durumun devamı halinde ülkedeki yönetimin sağlam bir
esasa bağlanması gerekiyordu. Karşımızda, hiçbir antlaşma ve hak tanımayan ve
kendi özel yararlarından başka, insanlıkla ilgili hak ve davranışlara yer vermeyen
bir itilâf heyeti; başımızda, vatan haklarını korumak, imzaladığımız antlaşma
şartlarını uygulanarak, yabancı saldırılarını sınırlamak için her türlü araçtan
tümüyle yoksun, esir bir hükümet
vardır. Bunların birincisinin sonsuz baskısı, ikincisinin de tutsaklığı karşısında,
başvuracak yeri olmayan şaşırmış ve çırpınıp duran bir millet !...
İstanbul faciasıyla
Anadolu'dan yansıyan durum böyle idi ve bu durumun sürmesi halinde vatanımızda
çok büyük ve korkunç bir anarşinin başlaması doğaldı. işte bu düşünce sonucunda
kesin bir karar vermek gerekti. Derhal gerekli mülki ve askeri makamlarla görüşerek
ülkenin idaresini anarşiden kurtarmak üzere az önce anılan yerlerin başlarının
bizimle birlikte hareket etmesi önerildi. Bu öneri samimi bir olgunlukla her
kesimde iyi karşılandı.
İşgal sonucunda
ortaya çıkan olağanüstü durumun öncelikli gereğini ayrıntılarıyla düşünüp bunları
uygulamaya çalışmakla birlikte, İstanbul işgalinden dolayı üzüntü ve elemimiz
bütün dünyanın aydın insanlığına ve bütün islâm dünyasına özel bir bildiri ile
duyuruldu. İtilâf devletleri temsilcileri ve tarafsız hükümet
önünde kınandı. Bütün millet de bu kınamaya katıldı.
İstanbul durumu
ile ilgili bilgi
alınacak inanılır kaynaklardan yoksun bulunuyorduk.
18-19 Mart 1920
gecesi ilk kez ilişki kurulabildi ve hepiniz tarafından bilinen gerçekler öğrenildi.
Bu arada Meclis-i Mebusan’ımızın
bu saldırılar karşısında tatili görüştüğü anlaşıldı.
Bunun üzerine 19 Mart 1920 tarihinde:
Hilâfet makamının
ve saltanatın bağımsızlığının dokunulmazlığını, milli bağımsızlığımızı ve milli
sınırlarımız içinde yaşama imkân verecek bir barışı sağlayacak önerileri ayrıntıları
ile tespit edip
uygulayabilmek için, millet tarafından olağanüstü yetkiye sahip bir meclisin
Ankara'da toplanması gereğini millete duyurmakla ilgili milli görevimizi ve
vatan borcumuzu da yerine getirdik.
İstanbul'un işgali,
şekil ve niteliği bakımından, Osmanlı devletinin egemenliğini kökünden kaldırnıak
ve milletin esir alınmasını ve hor görülmesini bir
oldu bittiye getirme amacına yönelik bir harekettir.
Çünkü istanbul'da doğrudan doğruya Devlet kuvvetlerine el konmuştur. Şöyle ki:
önce Meclis-i Mebusan zorla susturulınuştur.
Bu durumda yasama kudreti bulunmamaktadır.
İkinci olarak,
yürütme kudreti siyasi kısıtlamalara uğramıştır. Suçlu kim olursa olsun yabancı
kanunlara göre yargılanacağı ilân edilmiştir. Bütün görüşmeler ve ulaşım denetim
altına alınmış, insanın kendini koruma ilkesi tümüyle kaldırılmış ve saldırganların
uyruğu altına alınmıştır. Bundan dolayı, bu aşağılık durumu destekleyen ve kabul
etmiş olan Ferit Paşa Hükümeti,
bağımsızlığına çok sıkı ve çok içtenlikle
bağlı olan milletle arasındaki her türlü bağlantı ve ilişkiyi doğal olarak kaybetmiş
ve milleti karşısına alarak, düşmanla iş birliği içinde hareket etmeye başlamıştır.
Üçüncü olarak,
devlet şeklinde oluşmuş bir topluluğun Anayasasında, yargı yetkisi bağımsızlığın
önemi, açıklama istemeyen bir konudur. Milletlerin yargı yetkisi, ıbağımsızlıklarının
birinci şartıdır. Yargı yetikisi bağımsız olmayan bir milletin devlet oluşu
kabul edilemez. Bununla birlikte, İstanbul halkından yüzlerce kişinin hiçbir
kanuni suçları olmamasına karşılık sanık sayılarak tutuklanmalarına devam
edilmesi, itilâf devletlerinin görüşüne aykını söz söylenmesi bile suç sayılarak,
Orta Çağ davranışları içinde onlara karşı saldırıda bulunulması yargı yetkisinin
kaldırıldığını göstermektedir.
Bu durumda millet,
bu gün yedi yüz yıldan bu yana gerçek bir onur ve yücelikle koruduğu ve savunduğu
bağımsızlığını ve var oluşunun devamı için İstanbul olaylarının oluşturduğu
hukuki durumu onarmak zorundadır. Bunun için acele gereklidir. Sürüp gidecek
olan egemenliğe ara verilmesi konusu, tanrı korusun da bir dağılma nedeni olarak
düşmanlarımızın düşündüklerini fiilen gerçekleştirmalerine imkân sağlamasın.
Bundan dolayı milletimizin her şeyden önce haklarını koruması ve var olmaya
yetenekli bir millet olarak, uluslararası hukuk ve yetkilerine saygı gösterilmesini
isteyebilmesi, medeni kuruluş ve anayasası ile, henüz yaşamakta olduğunu bütün
dünyaya bu kez daha büyük bir kuvvet ve sağlamlılıkla duyurması gereğine inanıyorum.
Bunun için. de kaldırılan Anayasamızın bıraktığı boşluğu derhal doldurmak zorundayız.
İşte, anayasal
durum ve hukukumuzun neden olduğu bu gereklilik ve zorunluluk dolayısıyla ve
milli egemenliğin her şeyden önce sağlanması amacıyla Büyük Meclisimiz olağanüstü
yetki ile toplanmıştır. Seçimlerin tam bir ivedilikle ve sıcak bir ilgi ile
yapılması hukuki duruınumuzun bütün milletçe de aynı görüş içinde anlaşıldığını
ve kavrandığını göstermektedir. Ayrıca, Büyük Meclisimizin kuruluş şekli ve
esasları, milli iradeye içtenlikle ve büyük bir güçle dayandığını göstermektedir
.
Meclisimizde oluşan
ve beliren milli kudretimiz, Hilâfet makamı ve saltanatı yabancı baskısından
kurtaracak ve Osmanlı devletini dağılma ve tutsaklıktan kurtarma önlemleri alacaktır.
Tam bağımsızlığa sahip, hilâfet makamına vicdani bağlılığı ile övünen, islâm
dünyası içinde yaşama
anlayışını kendinde gören bir milletin tutsak olamayacağı inancıyla, davranışlarımızı
adım adım izleyen bütün medeni dünya ve insanlık sizlere yardımcı olacaktır.
(Sıcak alkışlar) İstanbul faciasını izleyen günlerden şu ana kadar Temsil Heyetimiz
milletler arasındaki birlik ve dayanışmayı korudu. Osmanlı kanunlarının yürürlüğünü
sağladı. Çalışmalarından alıkonulan devlet
gücünün yokluğunu hissetirmemeye çalıştı. Bundan dolayı genel güvenliği korumuş
ve savunmuş olmakla görevini gereği gibi yaptığından emindir. Bu dakikadan itibaren,
yedi yüz yıl boyunca onurlu ve yüce bir yaşam sürdükten sonra yok olma uçurumunun
kenarında ancak ayakta durabilen Osmanlı Milletinin geleceğinin sorumluluğu,
sayın Meclisinizin çalışma gücünü artıran bir neden olacaktır.
Davamızın yasalara
uygunluğu ve bütün millet ve ulusların, insanlık hak ve hukukundan paylarını
almış olduğuna inandığımız yüreklerinin, bizimle birlik ve bize daima yardımcı
ve destek olduğuna güvenimiz tamdır. Başarı ümitlerimizin kalplerimizde bir
an bile karamsarlığa
düşmemesini sağlayacak olan, sonsuz gücümüzdür, özellikle büyük tanrı
her zaman bizimledir. (Amin, amin sesleri)
Vermek istediğim
bilgiler ve ayrıntılar bu kadardır.
|